“Kimseye saydırdığım falan yok benim. Bir anlık bir şey oldu öyle.” Yüzünde ki gülümseme biraz daha büyüdü. Eğleniyordu benimle.

“Her neyse. İlaçlarını aldın mı sen? Çocuk gibi hatırlatmadan almıyorsun çünkü.” Onu sinir ettiğim zamanların intikamını alıyordu resmen. Sinirle soludum.

“Gerçekten hödüğün tekisin. Başka da hiçbir şey demiyorum sana.” Gür bir kahkaha attığında yerimden kalkıp salon çıkışına doğru yürümeye başladım.

“Bu halimden ne kadar zevk aldığımı bilemezsin.” Kendini beğenmesi de ayrı olaydı zaten. Bir insan nasıl bu kadar özgüvenli olabilir? Ben mi kendime fazla güvensizdim acaba? Gerçi bir insan kötü huyundan bile zevk alacak kadar güvenliyse kesin kafayı yemiştir. Ego patlaması yaşıyordu her saniye. Birinin feci pohpohladığı kesindi.

Mutfağa gidip koca bir bardak dolusu süt içtim. Soğukluğu beni hemen yatıştırmıştı. Seviyordum sütü. Bana hissettirdiklerini de. Annemin her gece yatağıma getirdiği zamanlara gidiyordum sanki. Koca bir bardağı bitirene kadar annemin kafasında tasarladığı hikayeyi dinlerdim. Her seferi farklı farklı olurdu. Ve her seferinde hayretlerle dinlerdim onu. Hayal dünyamı geliştirmek için neler neler uydurduğunu büyüyünce anlamıştım tabi. Dudaklarım hatırladıklarımla yukarı doğru kıvrılıvermişti. Çocukluğu seviyordum. Çocukluğu özlüyordum. Her şeyin normal olduğu zamanları özlüyordum. İçime derince bir nefes çekip dolaptan yemeklik malzemeler çıkarmaya başladım. Belki hala kolum sargıdaydı ama zorlana zorlana da olsa yemek yapmak sakinleştiriyordu beni. Bir tür terapi gibiydi. Ameliyat yaparken de böyle hissediyordum. Doktorluğun zorluklarını görmezdim pek. Her bir anından ayrı zevk alırdım. Her bir parçası bana ayrı bir zevk verirdi. Sanırım fazlasıyla mesleğime âşıktım.

Ağır ağır yemek yapmaya başladığımda her saniye biraz daha iyi hissediyordum. Annemi hatırlatan şeyler yapmak iyi hissettiriyordu bana. Ölümleri beni uçuruma sürüklemişti ama onlardan kalanlara tutunmak artık daha iyi hissettiriyordu. Onları acı olarak hatırlamak istemiyordum. Her zaman en güzeli olarak hatırlayacaktım.

Tamamen kendimi mutlu hissettiğimde yemeği daha da güzel yapmaya başlamıştım. Bir nedende Ali’nin burada olmasıydı. Tekken bu eve bile girmek istemezdim. Her şey üstüme üstüme geliyormuş gibiydi. Ama şimdi başka biri vardı ve benim evimde kalıyordu. Yalnız olmadığım için bir şeyler yapmak daha iyi geliyordu. Ali yalnızlığıma iyi geliyordu. Her ne kadar sürekli tartışsak da.

Saatler sonra yorgunca salona geçtim. Tek kolla feci yorulmuştum. Terapinin de bir sınırı olmalıydı. Kendi düşüncelerimle gülerek içeri girdiğimde Ali’nin hala bilgisayarının başında olduğunu gördüm. Saatlerdir yorulmamış mıydı?

“Az kaldı demiştin?”

“İçime sinmeyen şeyler var. Tamamlayamıyorum bir türlü.” Gözlüğünü çıkarıp gözlerini ovaladı ve olduğu yerde gerinmeye başladı.

“Bugünlük bırak artık fazla yoruldun. Hem yemek hazır. Hadi gel bir şeyler yiyelim.” Gerçekten mutlulukla sırıtarak yerinden kalktı.

“Sanırım gün içinde en güzel söylediğin şey. Hatta tek.”

“Ali!” diye saçma bir şekilde azarladıktan sonra gülümsemesi biraz daha artmıştı. Yavaş yavaş da olsa o da normalleşmeye başlıyordu artık. Eskisi gibi soğuk veya yapmacık değildi. Bazı konularda yani. Sessizce mutfağa geçtikten sonra yemekleri tabağa koymuştum. O gün ki mızmızlığından sonra evde ekmek eksik olmuyordu artık. Tabi o başka mızmızlanacak şeyler buluyordu orası ayrı.

DÜRÜST YALANCI: KISADIR AŞKIN BOYUTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon