Bölüm 24: Baltalı İlah Redkey, Data Meselesi ve Bir Telefon

Start from the beginning
                                    

Yüzünü göremediğim bir adam beni kolumdan tutarak iki ahşap evin arasındaki karanlık bölmeye sürükledi. Başımı korkarak kaldırdığımda, etrafımdaki adamların sayısı beşe yükselmişti. İnce ve uzun olanı duvara yaslanmış, kollarını bağlamış halde yüzüme bakıyordu.

"Çok da çıtırmışsın" dedi, pis bir kahkahayla. "Böyle ahlaksız bir data oluşturup kıymetli iş adamlarını üzmek yerine, modayla falan ilgilenip yoga seanslarına katılmalıydın. Çünkü yanlış yoldasın savaşçı kız Zeyna, çok yanlış yoldasın. Erkekler, zekanın değil, vücudunun kıvrımlarını önemserler. Erkekler böyledir. Erkekleri tanıman lazım."

"Kimsin sen?" dedim, panik içinde. "Ne istiyorsun benden?"

Adam, ellerini saçlarıma getirerek başımı okşamaya başladı:

"İstemek mi? Ah, yo... Hayır, hayır. Beni yanlış anladın. Ah, ben çok çekingenimdir, kimselerden bir şey isteyemem." Konuşurken çenesi titriyordu. "Ben sadece, alırım. Hiç istemeden alırım. Öylece alıveririm. Malı, canı. Hop! Bir anda, püf!"

"Ne saçmalıyorsun sen!" diye bağırdım. Sesim ağlamaklı çıkmıştı.

Adam, elini çeneme götürerek yüzünü yüzüme yaklaştırdı:

"Üzülüyorum ama sen çok kötü bir kız çıktın. Önce İbrahim Karaatay'ın ipini çektin, sonra Selim Velioğlu'nu indirdin, şimdi de sıra bana mı geldi? Hiç yakışmadı bu sana Zeyna! Bizim gibi saygın iş adamlarının küçük kaçamaklarıyla ilgili oluşturduğun sevimsiz datayı hiç tasvip etmiyorum. Ben çok kırıldım sana. Gönlümü almak istersin değil mi?"

Kulağını ağzıma yaklaştırıp devam etti:

"Ah, evet, evet ben de öyle tahmin etmiştim. Nerede? Benim dosyam, benim o tatlı dosyam, nerede?"

"Ne dosyası ne datası! Benim elimde senin dosyan falan yok! Seni tanımıyorum bile ben. Bırakın beni!"

"Ah, lütfen, lütfen!" Adam, konuştukça daha korkunç bir hal alıyordu. "İzlediğin o görüntüler yüzünden bana bir canavarmışım gibi bakma, inciniyorum. Ben sadece minik bir sevgi seli oluşturmak istemiştim. Çok kırıcı, siz kötü kalpli insanların bu sevgi selini tecavüz olarak adlandırma-..."

Adamın ağzından çıkan 'tecavüz' kelimesiyle ağzımdan tüm mahalleyi inleten bir çığlık koptu. Benzer zamanlarda da karnıma birkaç tekme yediğimi hatırlıyorum. Ardından olduğum yere yığıldım. Kulaklarım çınlıyor, etrafımdaki görüntüler silikleşiyordu. Karşımdaki adamlar daha yüksek sesle bağırmaya başladılar:

"Kasetler nerde!"

"Kimlerin dosyaları var elinde?"

"Kimden aldın bu bilgileri?"

Ben başımı iki elim arasına almış yerde kıvranırken bir anda bir gürültü koptu. İki evin arasındaki karanlık bölmede, o karanlıktan daha karanlık bir adam belirdi. Ardından yaşanacakları sezinlediğim için başımı gövdeme daha fazla bastırdım. Ama az önce gelen adam, etrafımdaki herifleri birkaç tekmeyle uzaklaştırıp beni hemen yanımdaki merdiven altına soktu. Diğerleri sinirle öte beri bağırıyordu:

"Kimsin sen?"

"Kimin adamısın?"

"Kasetleri almaya mı geldin?

"Gebertin şunu!"

O daracık alan, kısa süre içinde savaş meydanına döndü. Ara sıra gözlerimi aralayıp etrafıma bakıyor, her bakışımda bir adamın yere yığıldığını görüyordum. Gözümü son araladığımda ise üzerime doğru savrulan koca bir teneke parçası ve onu omzuyla tutarak tenekenin üzerime düşmesini engelleyen bir adam vardı.

Birkaç dakika içinde kulağıma polis sirenleri gelmeye başladı. Aynı anlarda da bir el, kolumdan tutarak beni yerden kaldırdı. Yavaşça doğrulup elin sahibine baktım, üzerinde siyah kapüşonlu bir mont vardı, karanlıktan dolayı yüzünü seçemiyordum.

Çevreme baktığımda dört kişinin yerde hareketsiz halde yattığını fark ettim, az önce bana sorular soran psikopat adamsa sokağın köşesinde duran aracına doğru topallayarak koşuyordu. Polis sirenleri giderek yakınlaşmıştı. O anda gözlerim, biraz evvel beni yerden kaldıran adamı aradı. Ona doğru baktığımda kafasını yere eğip hızlı adımlarla yürümeye başladığını fark ettim.

Arkasından birkaç adım atıp seslendim:

"Kimsin sen? Kasetlerin mi peşindesin? Bende hiçbir kaset, hiçbir dosya yok! Rahat bırakın artık beni!"

Sesimi hiç duymamış gibi yürümeye devam etti. Tam ona seslenmek için ağzımı bir kere daha açmıştım ki, yerdeki kan damlalarına kaydı gözüm. Adam, attığı her adımda arkasında bir patika gibi kan izleri bırakıyordu. Yaralanmıştı. Üzerime düşen teneke parçasına siper ettiği omzundan kan damlıyordu.

***

Eve geldiğimde ilk işim sakinleştirici ilaçlarımdan almak oldu. Tüm vücudum titriyordu. Kendi kendime mırıldanmaya başladım:

"Yağız neredesin? Çok korkuyorum, neredesin?"

Yağız'ın benden gidişinin beşinci günüydü. Ve biraz önce başıma dayanan namlunun içime düşürdüğü korku, onun adını daha yüksek sesle haykırmama neden oluyordu.

İçimde peydahlanan bu korku ve endişe, beni saniyeler içinde Yağız'ın odasının önüne götürdü. Ve onun gidişinin ardından ilk defa içeri girme cesareti gösterdim. Nöbet geçirircesine titriyordum. Oda, bıraktığım gibiydi. Yatağı, beni kollarına alıp çocukluk yaralarımı kucakladığı gece gibi dağınıktı. Oysa o gece benim tüm çocukluğum derli toplu olmuştu. Ben, onun kollarında derli toplu olmuştum.

Yatağının kenarına yavaşça oturdum. Bir elim korkudan yerinden çıkacakmış gibi atan kalbimi tutuyor, diğer elimse birlikte uyuduğumuz yastıklara, çarşaflara dokunuyordu.

O an, gözlerimde biriken yaşlar çeperlerinden süzülmeye başladı. Ardındansa günlerdir boğazımda duran düğüm birden çözülüverdi. Ağlıyordum. Öyle açıktan, kendimi durdurmaksızın ağlıyordum. Beni korkularımdan, çocukluk acılarımdan, hatta kendimden kurtaran adam neredeydi?

Ona ihtiyacım vardı ve ihtiyaçlar insanı beter bir duruma getiriyordu. Belki de, hayır. Belki bir ihtiyaç değil, hayır, hayır. Bu bir talep değil, bir zaruret, bir kalp diktası, bir yoksunluk hali, alışkanlığın en çıkmaz sokağının adı, bir eksiklik, bir tatsızlık, bir olmamışlık.

Yatağının içine girerek sadece beş gün önce birlikte uyuduğumuz yastıklara başımı koydum. Gözlerimden akan rimeller bembeyaz yastığa siyah yollar çiziyordu. Bana yataktaki boşluğu kucaklatan adam, şimdi neredeydi?

Hıçkırıklarımın arasına cep telefonumun zil sesi karıştı. Güçlükle doğrulup telefonu elime aldığımda ekranda tanımadığım tuhaf bir numara vardı. Ağlamaklı sesimle yanıtladım aramayı.

"Alo?" Cevap gelmiyordu.

"Alo?" Karşıdan hiçbir ses gelmiyordu.

Bir süre hiçbir şey demeden, gözlerimden süzülen yaşlarla hattın karşı tarafındaki sessizliği dinledim. Ardından telefonumu, sarıldığım yastığın ucuna iliştirip gözlerimi kapadım. Biraz önce içimi kemiren korku ve endişe yerini yavaş yavaş uykunun o sonsuz dinginliğine bırakmaya başladı.

Arayan fakat konuşmayan kişi ise hala hattaydı. Kimsin? Niye aradın? Neden konuşmuyorsun? Hiçbirini sormadım. Çünkü benim için hattın diğer ucundaki kişinin kim olduğunun hiçbir önemi yoktu o gece. Aklımın ucunda o varken hattın ucundaki bir başkası olamazdı.

***

Kırmızı AnahtarWhere stories live. Discover now