BÖLÜM 1

24.8K 739 300
                                    

YENİ HİKAYEMİZ İLE MERHABA DEĞERLİ DOSTLAR. SEVECEĞİNİZE İNANIYORUM VE İYİ OKUMALAR DİLİYORUM.

Karahan ve Köroğlu aşiretinin, iki değerlisiydi onlar. Bu iki aşiret Mardin'de saygı gören, uzun yıllardır birbiriyle dost olmayı başarabilen, sevilen aşiretlerdi. Karahan aşiretinin reisi, Mahmut'un torunuydu Halil Karahan. Boran Köroğlu ise, Köroğlu aşiretinin reisi Rojin'in torunuydu.

Halil ile Boran aşiret içinde, sevilen çocuklardı. İlkokula başlayacakları yıl, şans o ki aynı sınıfa düşmüşlerdi gidecekleri okulda. Böylelikle birbirlerini tanıma şansını elde edeceklerdi. Ve bu tanışma, yıllar yılı sürecek olan bir dostluğun ilk basamağı olacaktı.

Rojin ana, Köroğlu aşiretinin başına kocasının ölümüyle geçmişti. Çok yıkmıştı onu İhsan ağanın ölümü. Eceliyle ölmüştü koskoca aşiretin reisi. Düşmanın,  kanlısının kurşunlarına kurban gitmeyecek kadar sevilirdi. Kanser denilen illeti yenememiş ve hayata gözlerini yummuştu. Rojin ana, o zamandan bu yana aşiretin reisiydi ve çok güçlü bir kadındı.
Mahmut ağa ise, Mardin ahalisinin sevdiği, saygı duyduğu, katı biri gibi görünse bile yufka yüreğini kaybetmemiş, bir diğer aşiretin reisiydi. İki aşirette her ne olursa olsun, saygınlıklarına, ailelerine ve namuslarına çok büyük önem verirlerdi. Törelerine, örf ve adetlerine bağlıydılar. Yıllar bu şekilde gelip geçmiş, iki aşiretin dostluğuna hiçbir zaman leke değmemişti. Halil ile Boran'da yıllar geçtikçe birbirleriyle daha sıkı dost olmuşlar ve ayrılamaz hale gelmişlerdi. Yedikleri, içtikleri ayrı gitmez olmuştu. Aradan geçen yıllar bu iki çocuğu, koskoca birer adam haline getirmişti. Aşiretlerinin gurur duyduğu, dağ gibi, devran gibi iki adam.

Yıllar geçtikçe yaşları ilerleyen Rojin ile Mahmut, aşiret reisliğini bırakıp çocuklarına devretmişlerdi. Halil ile Boran'ın babaları, artık Karahan ve Köroğlu aşiretinin reisleriydi. Onların reisliğinde de, hiçbir sorun olmamıştı aşiretler arasında. Çevre şehirlerden bile ziyarete gelen, saygısını, sevgisini göstermekten çekinmeyen insanlar sayesinde, daha da güçleniyorlardı.
Halil ile Boran'ın ilkokula başlamasının üstünden 20 yıl geçmişti. Artık okullarını bitirmiş, 27-28 yaşlarında koskoca iki delikanlı olmuşlardı. Geçen onca sene, bu iki adamı birbirine daha fazla bağlamıştı. Dostlukları çevrede bilinir, saygı görürdü. Ancak bu dostluk, 20 yıldır süre geldiği gibi, sadece bir dostluk olarak kalmayacaktı!

...

Halil uyanmış ve kahvaltının hazır olduğu, konağın avlusuna çıkmıştı. Evin hizmetlileri dört dörtlük bir masa hazırlamışlardı yine. Halil'in babası Devran ağa, annesi Emine, dedesi Mahmut ağa, bacıları Nigar ve Şaheste, ayrıca evin diğer üyeleri Derman ağa, Saliha yenge ve kızları Rojda, masada yerlerini çoktan almışlardı. Mahmut ağa biraz yüz devirmişti. Haklı olarak saygı görmeyi bekliyordu. Kahvaltı masalarına evin çocukları, kaç yaşında olursa olsun büyüklerinden önce oturup hazır olmalıydı. Ancak bir süre sonra, ''Haytalar işte''diye geçirdi içinden ve yüz devirmeyi bıraktı. Halil kahvaltı masasında kendine ayrılan sandalyeyi çekerken seslendi tüm masaya:

- Günaydın ahali.
- Günaydın oğul, geç otur.
- Ağam, çayını doldurayım hemen.
- Bi zahmet Zeliha, sağol. Ana bugün Boran'ı görmeye Konağa gideceğim. Rojin anayı falan görmek istersen, senide götüreyim giderken.
- İyi olur oğul, uzun zamandır görüşememiştik.
- Haydi o zaman, kahvaltımızı edelim de yola çıkalım. Baba sen napacaksın?
- Ben Derman amcanla handa olacağım gün boyu. Sen de gelirsin diye tahmin etmiştim ama.
- Boran'la balık avlamaya gideceğiz baba. Sözüm olmasa, gelirdim elbet.
- İyi bakalım, bir dahaki sefere artık.

Halil babası ve annesinin sevdiği bir adamdı. Sözlerini ikiletmez, ne onlara ne de dedesine saygıda kusur etmezdi. Kızkardeşlerini ise canından çok severdi. Yeğeni Rojda'yı da kardeşlerinden ayrı tutmazdı.

Boylu poslu, esmer, kapkara gözleri olan, sakallı ve yakışıklı bir erkekti. Gözleri parıl parıl parıldardı baktığında. Güldüğünde gözlerininde içi gülerdi adeta. Yakışıklılığı ve mertliği, Mardin ve ilçelerinde nam salmıştı. Sevilen bir delikanlıydı ayrıca. Birçok arkadaşı, eşi, dostu bulunmaktaydı şehirde. Ama onun için en değerli dost Boran'dı. Yıllarca ayrı gayrıları olmamış, kardeş gibi büyümüşlerdi. Birbirlerinin evine gidip gelirler, birlikte oynar, birlikte gülüp, birlikte ağlarlardı. Birbirlerinin tüm sırlarını bilirler ve hiç çekinmeden sırlarını verirlerdi. Birbirlerinden ve herkesten sakladıkları, kendilerinin de emin olmadıkları şeyler vardı birde. Ya da haykırmaktan korktukları şeylerdi.

Ailecek kahvaltılarını ettiler ve müsaade isteyip, masadan kalktılar annesiyle birlikte. Kızkardeşi Şaheste söze girdi;

- Ana, bende geleyim mi ha? Dilan'ı özlemişim ben de onu bir göreyim ne dersin?
- Eh iyi hadi hazırlanın madem. Nigar, sen tek kalma sen de hazırlan kızım.
- Peki anne.
- Baba, biz gidiyoruz var mı bir diyeceğin Rojin anaya?
- Selamımı, saygılarımı ilet güzel gelinim. Bir ara ailecekte kahve içmeye geleceğimizi deyiver.
- Derim baba.

Emine hemen en şık giysilerinden çıkarıp üzerine geçirmişti. Bileziklerini koluna taktıktan sonra, başına görkemli bir şal örtmeyi ihmal etmedi. Halil'de odasında her zamankinin aksine, kot pantolon ve gömlek giyip avluya çıkmıştı. Annesiyle birlikte konaktan çıktılar. Halil'in sürdüğü araba ile, gülüş sohbet yola çıkmışlardı. Çok geçmeden Köroğlu konağına vardılar ve arabayı parkedip kapıyı çaldılar. Kapıyı hizmetliler açmış, en iyi şekilde karşılamış ve içeri davet etmişlerdi. Ev ahalisine haber verildiğinde ise, Rojin ana, oğulları, gelinleri ve torunları, memnuniyet ve heyecan içinde karşılayıp, konağın avlusuna buyur etmişlerdi Emine ve Halil'i. Avluda misafirleri ağırladıkları, en şık mobilyalardan yapılmış ve üzerlerine yöresel kumaşlar atılmış bir köşeleri olurdu mutlaka.

Konağın o muhteşem avlusunda, birer kahve içeceklerdi hep birlikte. Hizmetlilere kahveleri yapması söylenirken, Rojin ana söze girdi:

- Emine kızım, hoşgeldin sefa getirdin. Özlemiştik valla iyi ettiniz.
- Sağol Rojin ana hoşbulduk. Halil geleceğini diyince, ben de geleyim istedim. Rojin ananın sohbetini özledim, onun sohbetine doyum olmaz dedim.
- Hay Allah razı olsun senden kızım. İyi ettin, iyi ettin. Çocuklar sizde hoşgeldiniz. Şaheste, Nigar, aman valla pekte güzel kızlar oldular ikiside. Pekte hanımefendiler, saygılılar. Öyle değil mi, Neriman?
- Öyle ana öyle, doğru diyorsun valla.

Neriman, Boran'ın annesiydi. Evlatlarına düşkün bir anneydi o da Emine gibi. Boran dışında, bir kızı vardı Neriman'ın. O anda bir çift göz Boran'ı arıyordu merak içinde. Merağı çok geçmeden son bulacaktı Halil'in. Boran merdivenlerden görünmüştü. Elinde balık avı için kullanacakları malzemelerin çantası, üzerinde bordo bir gömlek ve mavi bir kot pantolon vardı. Boran'da boylu poslu bir delikanlıydı. Yeşil gözlü ve kumraldı. Gözleri mutluluğun ve geleceğin simgesi gibi ışıldıyordu. Gelecek vaad ediyordu adeta herşeyi ile. Güven, saygı, sevgi veriyordu her hareketi, her bakışı. Bu yüzden çok sevilirdi Boran'da hem aşiret içinde hem de şehirde.

- Emine ana hoşgeldin, öpeyim. - Hoşbulduk Boran'ım benim yakışıklı oğlum.
- Şaheste, Nigar siz de hoşgeldiniz.
- Hoşbulduk Boran.
- Hoşbulduk Boran abi.
- Halil'im, hazır mısın?
- Ohoo, doğuştan kardeşim.

Karşılıklı gülüştüler. Rojin ananın art niyetsiz sorusu ile, ona döndüler:

- Bakın hele şunlara Neriman, Emine. Yıllar yılı değişmediler çok şükür. Hep gurur kaynağımız oldular. Nereye gidiyorsunuz siz böyle?
- Sultanım, kraliçem, balık avlamaya gideceğiz.
- Bak hele bak, laflara bak.

Rojin ana tüm torunlarını çok sever, birbirinden ayırt etmezdi. Tıpkı Mahmut ağanın yaptığı gibi.

Acaba bu iki mert ve delikanlı adam ailelerine, aşiretlerine gurur kaynağı olmasaydı, yine sevilirler miydi? Aşiretleri için utanç sayılacak sırları ortaya çıksa, yaşatırlar mıydı dağ gibi iki adamı? Yoksa fermanları ölüm mü olurdu? Öldürürler miydi Halil ile Boran'ı?

HALİL İLE BORANOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz