Maskeli Prensim

11K 581 84
                                    


Ama keşke bakmasaydım. Ordaydı ve bana bakıyordu. Normalde bu duruma sevinirdim ama o kadar kötü bakıyordu ki yer yarılsada içine girsem diye düşündüm.

Daha fazla bakışlarına maruz kalmak istemediğim için kafamı OBEY'in boynuna gömdüm. Ve o güzel erkeksi kokusunun arkasına saklandım.

Eve yaklaştığımızda 'Sila' dedi ispanyol aksanını kullanarak. Cevap vermediğimde uyuduğumu düşündüğü için beni taşımaya devam etti. Yüzüne sıcak hava çarpınca eve girdiğimizi anladım.

Annem 'Sılanın odası yukarda ikinci kapı sizinki de onun yanındaki oda Naz evde olmadığı için Naz'ın odasını size verdim. Odaların arasında geçiş var isterseniz kapıyı kilitleyebilirsiniz. Ben yatıyorum bir problem olursa... ...olmasın.' Dedi ve odasına gitti.

OBEY beni dikkatli hareketlerle odama çıkardı. Ve yatağın üstüne hafifçe bıraktı. Ardından odadan çıktı.

Daha beş dakika geçmeden yatağın diğer yanı çöktü. Gözlerimi hafifçe araladığımda tam karşımda OBEY'i gördüm.

Vayy be adam yanıma yattı. Maskeli Prensim şuan yanımda.

Birden elini saçıma götürdü ve okşamaya başladı. Bir yandan sanırım İspanyolca ninni söylüyordu. Uzunca bir süre bu şekilde kaldık.

Dayanamayıp tam sarılacağım sırada birden gereğinden fazla bir gürültüyle karnım guruldadı. İnanmıyorum yaa. Tam sırası zaten. Birden gülmeye bsşlayınca bende utancımdan kafamı yastığa gömdüm.

Birden beni kendine çekti ve sarıldı. 'Are you hungry?' Dedi gülerek. 'Fazlasıyla of course' dedim. Beni bıraktı ve ayağı kalktı. Benimde ayağı kalkmamı işaret etti.

Ayağı kaltığımda beni sırtına aldı. Ve aşağı mutfağa indirdi. Ben daha olayın şokunu atlatamadan mutfağa inmiştik. Beni bıraktı ve buzdolabını karıştırmaya başladı. 'What are you doing!' Diyerek ne yaptığını sordum. Bana verilecek en kısa cevabı vererek 'Cook' dedi.

Yumurtaları buldu. Tezgaha koydu ve dolapları karıştırmaya başladı. Bulamayacağını anladım ve tavayı çıkardım. Söylediği bütün malzemeleri çıkarttıktan sonra bütün dikkatini vererek bana patatesli omlet yapmaya başladı.

İspanya'da her sabah kahvaltıda yenilen çok lezzetli bir yemek olduğunu söyledi. Bir yandan malzemeleri karıştırıyor bir yandan da ne yaptığını anlatıyordu. Mutfağıma bir Biscolata Erkeği düştü sanırım.

Bitirdiğinde tabağa koydu ve servis yaptı. Normal omletin yaklaşık 50 katı bir kalınlığı vardı. Ama tadı aynı patetesli börek gibiydi. Beğendiğimi söylediğimde bütün itirazlarıma rağmen kendininkinin yarısını bana verdi.

Yemeğimiz bittiğinde saat 2:30'u geçmişti. Ve benim bütün uykum kaçmıştı. Masayı topladıktan sonra uykum olup olmadığını sordu. Uykum olmadığını söylediğimde dışarı çıkmayı teklif etti. Normalde bu saatte dışarı çıkmazdım ama sitenin güvenliği vardı. Her şeyden önce yanımda Adriano vardı.

Sıkıca giyindikten sonra dışarı çıktık parka kadar yürüdük. Basketbol potasını görünce basketbol oynamayı teklif etti. Kabul ettim.

Maçı 20-15 Adriano kazandı. Maç düşündüğümüzden kısa sürdü. Çünkü maçın ortasında komşulardan azar işittik. 'Gecenin bu saati basket oynanırmıymış. Bizim ailemiz yokmuymuş falan filan...

Maç bitince banka oturduk. Biraz dinlendikten sonra evin yolunu tuttuk bu sefer beni herhangi bir kaldırma girişiminde bulunmadı. Zaten ikimizde çok yorulmuştuk ve uykumuz gelmişti.

Evin önüne geldiğimizde anahtarı çıkartmak için ceplerimi karıştırdım. Ama anahtar yoktu. Bir dakka yaa almadım mı yoksa anahtarı. Evin kapısının yanındaki küçük pencereden baktığımda anahtarı içerde
unuttuğumu anladım.

Eyvahh ne yapıcaz şimdi sokakta kalsak donarak ölürüz. Annemi arasam temiz bir dayaktan ölürüz. Her türlü ölürüz yani.

Durumu Adriano'ya açıkladığımda sitede boş ev olup olmadığını sordu. Koyun can derdinde kasap et dersinde. Var diyerek sorusunu yanıtladım. Beni oraya götürür müsün bir planım var dedi. Her ne kadar ne düşündüğünü anlamasamda onu boş eve götürdüm.

Ev tam anlamıyla boş sayılmazdı. Çünkü evin sahibi vardı. Ama ne evi kiraya veriyorlar ne de evde oturuyorlardı. Sitede ki tek boş evdi. Yazın genelde burda toplanırdık. Ama uzun zamandır hiç gitmemiştim.

Eve vardığımuzda donarak ölmemek için evin içinde kalmayı teklif etti. Başka çaremiz olmadığı için kabul ettim.

İçerisi bizim evin eşyasız hali gibiydi. Kocaman yere kadar camlar köşede bir şömine onun yanında bir kaç çalı çırpı...

İçeri geçince şöminenin yanındaki çalı çırpıyı görünce bir şeyler söyledi Adriano yukarı bakarak. Sanırım Tanrı'ya teşekkür etti. Birkaç tanesini şöminenin içine koydu. Cebinden çakmak çıkardı ve yaktı.

Çalılar yavaş yavaş yanmaya başlarken beni yanına çağırdı. Ve şöminenin yanına oturdu. Bende yanına oturunca beni kendine çekti ve sıkıca sarıldı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan gözlerimi kapatmamı istedi.

Bugün yeterince yorulduğum için gözlerimi kapatır kapatmaz. Uykuya dalmıştım.

Sabah uyandığımda hala yanımdaydı ve çok güzel uyuyordu. Dayanamayıp yüzüne dokunmak istedim. Elimi yüzüne yaklaştırdım.

Ama son anda vazgeçtim. Ve kolunun altından çıkmak için kolunu oynattım ve oynatmamla uyandı. Ne kadar hafif uykusu varmış.

Saate baktığımda 8:00 e geliyordu. Hemen ayağı kalktım ve onunda kalkmasını işaret ettim. Hızlı adımlarla eve vardığımızda annem kapıyı açtı.

Daha konuşmasına izin vermeden dışarda olduğumuz ve bakkala ekmek almaya gittiğimizi ve alamadan geldiğimizi söyledim fazla kurcalamadı. Buda benim işime geldi.

Üstümü değiştirmeye yukarı çıktım. Sabah kalktığımdan beri ayağımda bir ağrı vardı. Ama fazla önemsemedim. Üstümü değiştirip duş aldıktan sonra aşağı indim. Aşağı indiğimde çoktan kahvaltı masasına oturduklarını ve bir şeyler konuştuklarını duydum.

Mutfağa girince yılbaşı hakkında konuştuklarını anladım. Doğruya 2 gün sonra yılbaşıydı. Ve daha hiç bir hazırlık yapmamıştık. 'Ee bu yılbaşı ne yapıyoruz?' Diye sordum. 'Bizde tam onu konuşuyorduk Sıla. Bugün dışarı çıkın biraz yılbaşı süsü alın. Akşamda evi süslersiniz.' Dedi annem.

Yemekten sonra yılbaşı süsü almak için alış-veriş merkezine gittik. Alış-veriş arabamızı aldık. Ve mağazaları gezmeye başladık. Ayağımın ağrısı artınca biraz dinlenmek için durduk. Daha fazla yürüyemeyeceğimi söyleyince Demir beni alış-veriş arabasının içine oturttu. Ve böyle gezmeye başladık.

Her ne kadar komik dursada ayağım bu kadar acırken yürütecek gücüm yoktu. Alınacak her şeyi aldıktan sonra otaparka indik. Annem arabayı Demir'e vermişti. Her ne kadar kullanacak yaşta olmasada 1-2 ay kaldığı için bir şey olmaz dedi.

Otopark'ta arabaya doğru giderken bir yandan konuşuyor bir yandan da şakalaşıyorduk. Yanımızdan 4-5 kişilik bir apaçi grubu geçti. Tam yanımızdan geçerken 'Hangi peynir reyonundan aldınız bizde alalım' dediler. Hayır yaa olamaz şimdi kavga çıkıcak.

Demir birden durdu ve arkasını döndü. 'Ne dedin sen?' Diye sordu. Yazık Adriano ne olduğunu Anlamadığı için boş boş etrafa bakıyordu. Apaçiler dediklerini tekrar edince Demir Adriano'ya İspanyolca bir şey söyledi ve söylemesiyle adamlara dalmaları bir oldu.

En azından fazla uzun sürmeden güvenlik geldi ve ayırdı. Apaçiler baya iyi dayak yemişti bizimkilerinde sadece burnu kanamıştı.

Eve vardığımızda Demir'in daha öfkesi geçmemişti. Eve girince annmin evde olmamasına sevindim. Ve pansuman aletlerini çıkartıp pansuman yaptım. Demir yatacağını söyleyip yukarı çıktı. Bende Adriano'yla yılbaşı ağacını süsledim.

2 koca gün geçmişti ve Demir hiç konu hakkında konuşmamıştı. Bende fazla zorlamıyordum onu bu konuda.

Akşam için her şey hazırdı. Üstümü değiştirmek için yukarı çıktım. Yılbaşında giymek için aldığım toz pembe kabarık etekli elbisemi giydim.


Aşağı indiğimde tombala oynadıklarını gördüm. 'İnanmıyorum anne sana İspanyol adamla tombala mı oynuyorsun?' Diye sordum şaşırarak. Annem tam cevap verecekken Adriano 'Selamün alelüm' dedi. Ve birden gülmeye başladık.

Adriano'ya biri ona selam verdiğinde bu cümleyi söylemesi gerektiğini söyledim. Saat ilerledikçe ilerliyordu. Ve 12'ye yaklaşık 10 dakika kalmıştı. Herkes birbirine hediyelerini verdi. Ben Adriano'nun hediyesini odamda unuttuğum için yukarı odama çıktım.

Hediyeyi alıp tam odadan çıkacakken Adriano odaya girdi ve elindeki kutuyu bana uzattı. Kutunun içinde büyük harfle 'A' yazan bir kolye vardı. Niye 'A' yazan kolye aldı diye düşünürken çocuğun adının Adriano olduğunu hatırladım.

Bir süre birbirimize baktıktan sonra İspanyolca bir şeyler söyledi ama anlamadım. Ardından bana biraz daha yaklaştı ve kulağıma fısıldamaya başladı.

"Te Amo"
"Ich liebe dich"
"Volim Te"
"Ma armastan sind"
"Je t'aime"
"Jag alskar dig"
"Ti Amo"
"Szeretlek"
"Te cakam"
"Eu te amo"
"Toi yeu em"
"Saya suka anda"
"Kocham cie"
"Mi amas vin"
"I love you"
"Seni seviyorum"

Bittiğinde gözlerimin içine bakıyordu. Bakışları dudaklarıma kaydı. Sonra tekrar bana baktığında izin istediğini anladım. Bende ona doğru yaklaşınca dudaklarımız buluştu ve beni kibar hareketlerle beni öpmeye başladı.

Maskeli Prensim belki bana en güzel hediyeyi vermişti ama karşılığında en güzel hediyeyi de benden almıştı. İlk öpücüğümü...

BU BÖLÜM CANIM ARKADAŞIM SİMAY'A... HİÇ KİMSENİN SENİ ÜZMESİNE İZİN VERME

KOMŞU ÇOCUKWhere stories live. Discover now