"Selim kim?" diye sordu babam. Evet, evet, bu sorunun cevabını ben de çok merak ediyordum.

"Ahmet'in oğlu..." dedi "annem" kısaca.
Tabi "annem"in cevabı, başka bir sorunun doğmasına sebep oldu. Ahmet kimdi? Fakat babam Ahmet'in kim olduğunu biliyor olacak, "Ahmet kim" diye sormadı.

"Ahmet'in oğlu olduğunu bilmiyordum..." Bir sessizliğin ardından devam etti. "Huzur bu evde yaşayacak bundan sonra, Sevda. Evde genç bir delikanlının olması doğru olmaz" diye fikrini beyan etti babam. Selim'in o kapıda gördüğü kişi olduğunu farketmişti.

Bir dakika... Selim bu evde mi yaşıyordu? Ahmet Selim'in babası olduğuna göre Ahmet de bu evde yaşıyordu. Ahmet kimdi o zaman? Kafamda deli sorular.

"Bunları sonra konuşuruz, Galip." Dedi "annem" ve odanın içindeki başka bir kapının kapandığını işittim. Ebeveyn banyosu olmalıydı. Ebeveyn banyoları bile vardı!

O an deli sorulara cevap arayacak zamanım da lüksüm de yoktu. "Annem"in Selim'e haber vermek için odadan çıkacağını biliyordum az sonra. O yüzden oradan uzaklaşmak için aklıma gelen ilk şeyi yaptım. Selim'e ben haber vermeye karar verdim. Merdivenin karşısında kalan odaya kapıyı çalma ihtiyacı hissetmeden daldım. Daha sonra, böyle haşin hareket ettiğim için sanki ev bana darılıp gücenebilir gibi kapıyı yavaşça kendime doğru çektim.

Sığabileceğim kadar bir aralık bıraktım ve içeriye göz attım.  Bu oda... Aşikar bir şekilde bir kızın odasıydı. Odanın Selim'in odası olma ihtimalinin yüzde eksi sekiz bin yedi yüz altmış üç olduğunu kafamda hesaplayıp –sallayıp- kapıyı örttüm. Kapıyı örtmeden önce bavulumun odanın ortasına yerleştirildiğini fark ettim ama umursamadım. Selim'i bulmam lazımdı. Saçma bir şekilde bu evde, ona en yakın hissediyordum kendimi. Ahmet'in oğlu olması ve adının Selim olması dışında hakkında hiçbir bilgim yoktu ama ona bakarsak on beş dakika öncesine kadar adını bile bilmiyordum. Zamanla, zamanla bu işler... Stockholm sendromu mu yaşıyordum yoksa? Bana kötü davranan kişiye pozitif duygular besliyordum.

Kesin, kesin...

Film ya çünkü benim hayatım da...

Bu arada farkındayım; en yakın hissettiğim kişinin "annem" olması gerekirdi ama durum öyle değildi. "Annem"i nasıl aklımın ve kalbimin en uzak köşelerine ittiğim çıkarımını siz yapın oradan... On yedi yıldır bunu yapmak için uğraşıyordum. Kabul edelim, hiçbir zaman tam anlamıyla söküp atamazdım "annem"i –ya da yarattığı boşluğu- ama her gün salya sümük ağlamadan hayatıma devam etmemi sağlayacak kadar uzaklaştırmıştım onu kendimden ve kendimi ondan.

Az önce girdiğim, bavulumun bulunduğu odanın Aslı'nın odası olduğu aklıma bile gelmedi o an. Hemen yanındaki odaya girdim ikinci denemem olarak. Daha yavaş hareketlerle... Bu sefer tutturmuştum. Selim yatağın kenarında dimdik oturuyordu. Sanki "buranın ağası benim" der gibi... Odaya üstünlüğünü kanıtlamak ister gibi... Ya da kendine içsel olarak iyi olduğunu kanıtlamak ister gibi... Başının hala dik olduğunu... İyi olduğunu. Bunu atlatacağını... Ya da belki de ben tamamen hayal kuruyor ve basit bir dik oturuşa fazla anlam yüklüyordum.

"Gidiyoruz" dedim. Elim hala kapının kolundaydı. Kolu bırakıp tamamen içeri girmek istememiştim. Kendimi o kadar rahat hareket edebilecek yetkiye ve konuma sahip hissetmiyordum bu evde henüz. Abarttın diyenleri duyar gibiyim. Ablanız ölür de, on yedi yıldır görmediğiniz annenizin fuckin villasına taşınırsanız; o zaman konuşalım.

Selim kafasını benden tarafa çevirip, önce kapının kolundaki elime daha sonra gözlerime baktı. "Sen Aslı değilsin."

Kaşlarım yukarı doğru kalktı. "Dikkatinden de hiçbir şey kaçmıyor maşallah."

HUZURWhere stories live. Discover now