20.BÖLÜM: YILBAŞI PARTİSİ

En başından başla
                                    

Ailesini yangında kaybettiğinden beri çevresindeki insanlara karşı hep bir mesafeli davranmış. Kıvançlara karşı bile her zaman mesafeliymiş çünkü bir gün onların da gideceğini biliyormuş, onlara alışmaktansa uzak davranmayı tercih ediyormuş. Bu konuda onu Kıvanç'a benzettim biraz. İşte kayışın koptuğu kısım tam olarak burasıydı. Ozan, Irmak'tan hoşlandığını itiraf etmiş etmesine fakat hemen ardından onunla herhangi bir ilişki yaşamak istemediğini söylemiş. Irmak'a bağlanmaktan korkuyor, bir gün öz ailesi ve üvey annesi gibi onun da gideceğini bildiğinden şimdiden önlem almak istiyormuş.

Irmak farkında olmasa da ben, Ozan'la birbirlerine çok benzediklerini düşünüyordum. İkisi de birini sevse de belli etmekten kaçınan, birilerine bağlanmaktan korkan insanlardı. İkisi de bencil ve çoğu zaman umursamaz olan karakter özelliklerinin altında fedakâr bir kişilik barındıran iki aptal âşıktı ve bu iki aptal âşığın kavuşması pek mümkün olmayacak gibi duruyordu.

Irmak cephesinde olaylar böyle gelişirken, Deniz cephesinde işler daha da karmaşıktı. İnci'nin inanılmaz değişimi Deniz'i pek bir şaşırtmışa benzemiyordu fakat içten içe onun da aynı bizler gibi şaşkınlık yaşadığından emindim. İnci geleli yalnızca üç gün oluyordu fakat kızın gelişi gibi okuldaki varlığı da olay yarattı. Kıvanç'la öpüşmesi okuldaki tüm öğrenciler tarafından duyuldu.

Daha sonra Kıvanç'la beni sevgili sanan birkaç yarım akıllı öğrenci yanıma gelip, "Ah be, başın sağ olsun Nehir!" dedi. Onlara yüzümü buruşturup, çirkef bir şekilde "Ne baş sağ olması be?" dediğimde ve aldığım cevap, "Kıvanç'la ilişkiniz ölmüş ya..."olmuştu.

Okulumuzdaki öğrencilerin mizah seviyesi düşüktü. Bunu o espri olmayan espriden dahi anlayabilirdik. Mizah demişken... Kıvanç'a yetişebilmek için, motoruna atladığım Cem Derin'le artık ben de arkadaştım. Deniz uzun zamandır Cem'le bizi tanıştırmak istediğini fakat bir türlü kısmet olmadığını söylemişti. Sonuç olarak Parazitler grubuna Batu gibi bizden çok daha farklı olan Cem de dâhil oldu.

Irmak tabii ki de Cem'i sevmiyordu. Batu'ya bile yeni yeni ısınabilmişken nasıl olur da sürekli kötü kötü espriler yapıp bu da yetmezmiş gibi yaptığı esprilere kahkahalarla gülen Cem'e hemencecik ısınabilirdi ki?

Cem'in mizahı garip bir şekilde bana güzel geliyordu. Esprileri komik veya ince değildi fakat esprilerini yaparken ki takındığı yüz ifadesi ve ardından attığı kahkahalar beni güldürmeye yetiyordu. Deniz, Irmak ve Batu, onun bu esprileri karşısında kötü tepkiler verirken ben, Cem'in gülüşüne gülünce Cem onun esprilerine güldüğümü sanıp onları umursamadan aynı şekilde devam ediyordu. Cem'in esprilerinden rahatsız olmuyordum fakat İnci yüzünden sinirleri bozulan Deniz epey rahatsız oluyordu.

İnci yüzünden sinirleri bozuktu çünkü dün sınıfımıza girip Deniz'le laf dalaşına girmişti. Artık çok değişmiş de artık Deniz gibi şımarık bir çocuğa dönüp bakmazmış bile de yok efendim artık Deniz kimmiş de falan... İlk gün benim sinirlerimi, ikinci gün Deniz'inkilerini, üçüncü gün de hepimizin sinirlerini bozmuştu.

Hepimizin sinirlerini bozma sebebiyse, üçüncü gün okula girdiğim sırada eşkıya misali önümü kesmesiydi. Onunla kavga etmiş olduğum için –estetikli burnuna vurmuştum– bana gerçekten çok kızgındı. Önümü kesip iki elini beline koymasından bunu anlamıştım.

"İntikam soğuk yenen bir yemektir, bunu biliyorsun değil mi?" diye sormuştu, bu esnada gözlerini hafifçe kısmış ve sesine esrarengiz bir tını katmaya çalışıp başarılı da olmuştu.

"Evet de ne alaka şimdi?"

"Ne bileyim yahu, hep bu sözü kullanmak istemişimdir. Cuk diye oturmadı mı?" diye sorup cevabımı saf saf beklediğinde içinde bir yerlerde hâlâ o masum İnci'yi yaşattığını anlar gibi oldum.

Fakat ne kadar düşünürsem düşüneyim, nasıl bu kadar değişebildiğine anlam veremiyordum. Irmak veya ben ona kötü hiçbir şey yapmamıştık ama hanımefendinin gelir gelmez düşman olarak edindiği ilk kişiler bizlerdik. Kendi çıkarımız olsa da onun güzelleşmesini, daha doğrusu değişmesini sağlamak için elimizden geleni yapmıştık ama o, kendi tercihi ile Amerika'ya gitmişti.

Amerika'da ne olmuştu? Ne yaşamıştı da bu kadar hızlı bir değişim yaşayıp güzel kalbini de kötülükle doldurup gelmişti?

Kendi kendime sorduğum sorulara cevap bulamayacağımı fark ettiğimde, "Ne diyeceksen söyle, sınav başlayacak birazdan," demiştim.

"Diyeceğim şu ki... Bu okula sizden intikam almak için geldim. Belki eski günlerin hatırına intikam almaktan vazgeçerim diye düşünüyordum ama hayır, şu son yaptığınla beni gerçekten sinirlendirdin," deyip susmuş ve sağ elini koyduğu belinden çekip, işaret parmağıyla omzuma üç saniyelik arayla birkaç kez dokunup az da olsa omzumun geriye doğru sendelemesine sebep olmuştu. "Yarın," demişti omzumdaki parmağını çekip, elini tekrar beline koyduğu sırada. "Senden en değerlini alacağım Nehir!" Sesindeki esrarengiz tını varlığını koruyordu. "Ve sen ağlaya ağlaya bitap düşeceksin," diye devam ettikten sonra yüzünde şeytani bir gülümseme belirmişti.

O an, ilk kez İnci'den nefret ettim çünkü Irmak'a zarar vereceğini anlamıştım. Bu yüzden parti gecesine önlem olarak birini davet ettim. Her an Irmak'ın yanında olup onu en ufak bir tehlikeden bile koruyabilecek birini... Ozan'ı... Çünkü o ne yapar eder Irmak'a bir şey olmasına asla izin vermezdi.

Ayrıca partinin yiyecek ve içecek kısmından son anda haberim olmasına rağmen ben sorumluydum. Genellikle bu gibi partilerde kokteyl verilirdi; en olmadı çerez ve kuru pasta dağıtılır, yanında da su ikram edilirdi. Yiyecek ve içecek sipariş edeceğimin tam bir saat öncesinde, Batu bana, "Çok dertliyim be Nehir'im!" deyince, planlarım tümüyle değişti.

Diğer öğrencilere karşı bencillik, Batu'ya karşı ise fedakârlık yaparak siparişimi değiştirmiştim. Akşam yiyecek ve içecekler geldiğinde Tugay Öğretmen ve diğerlerinin yüz ifadelerinin nasıl olacağını çok merak ediyordum.

Öte yandan, merak ettiğim bir diğer şey ise Kıvanç'ın partiye gelip gelmeyeceğiydi. Partiye herkesin katılması zorunluydu evet ama Kıvanç'ın kural tanımaz asi ruhlu bir çocuk olduğunu artık hepimiz biliyorduk. Kıvanç'ın kusursuz sesinden ve saygın ailesinden ötürü Tugay Öğretmen onun her türlü şımarıkça davranışına hoşgörüyle karşılık veriyordu. Kıvanç'ın ailesinin, daha doğrusu babasının okula yaptığı bağışlar en az bizlerinki kadar hatırı sayılırdı. Üstelik Kıvanç'ın yeteneğini göz ardı etmek de aptallık olurdu. Onunla daha şimdiden çalışmak isteyen birçok insan vardı fakat bildiğim kadarıyla Kıvanç'ın müzisyen olmak gibi bir hayali yoktu. O sadece söylüyordu; söylemesi gerektiği gibi...

Tugay Öğretmen ise Kıvanç gibi yetenekli bir öğrencinin bu okuldan mezun olmasını istediği için yaptığı her şeyi alttan alıyor, ona karşı gerçekten çok hoşgörülü davranıyordu. Eğer ki Kıvanç partiye gelmezse, Tugay Öğretmen'in onu zorla partiye getirteceğini sanmıyordum. Bu yüzden Kıvanç'ın partiye katılma olasılığı düşüktü. Ki gelse bile benimle muhatap olmayacağını da biliyordum. İsabet olurdu çünkü ben de onunla görüşmek istediğimden emin değildim. Sindirmem gereken bir günlük meselesi vardı.

SOLUCAN 1 ve 2. KitapHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin