L'espoir | Final

7.7K 527 337
                                    

Bu, seni son görüşümdü.

Çaresizce yardım isterken evine ulaştığım yaşlı kadından, bir başkası daha vardı yanında. Sözcüklerin kırılmış bedenlerini kaldırmak ve yere düşen parçalarını toplayıp onların bir anlam ifade edebilmesini sağlamak ziyadesiyle zordu ancak muvaffak olduğumda durumu kısa bir şekilde açıklayabilmiş ve nerede olduğunu tarif edebilmiştim. "Lütfen, yardım edin," diye fısıldayıp kapının önünde durduğumda, geçmişte bizi ağırlamış olan hanımefendinin yanındaki tanımadığım genç kadın hızlı adımlarla yanımdan geçmiş ve birilerini çağıracağını söyleyerek oradan ayrılmıştı. Yaşlı kadın ellerinde bir battaniye ile yanıma gelmişti sonra ve ben de parlayan gözlerle ona bir kez daha teşekkür edip kollarımın arasındaki ağırlığı düşünmeden tekrar koşmaya başlamıştım, korku içinde, sana doğru.

Yanına geldiğimde gözlerin kapalıydı. Dehşete düşerek eğilirken zayıf nefesinin havaya süzülüp ardında bıraktığı izlerin hala göründüğünü fark edince hafifçe gülümsedim ve battaniyeyi bedenine sardım. Kar taneleri yüzüne düştükçe tenini saran boyanın önce solmasına, ardından parmaklarının arasından akıp gitmesine sebep oluyordu sanki ve bu yüzden, bedenin gittikçe daha cansız bir hal alıyordu. Battaniyenin dışında duran bir elini avuçlarımın arasında tutup endişe içinde kirpiklerinin üzerine düşen taneleri silerken ansızın kıpırdadı dudakların ve "Silmeyin," dedin, gözlerin aralandı kelimelerle, bana baktın. "Ama üşüyorsunuz," diye itiraz ettim lakin başını salladın ve sessiz bir öksürük yankılanırken kelimelerin yuvasında, "Hayır," diyerek karşı çıktın. Yanaklarında ölü bir pamuk tarlası oluşurken usulca, ıslandı gözlerim bir kez daha, yüzümü saklamaya çabaladım ancak başaramadım.

"Üşümüyorum."

Seni dinlemedim zira doğru karar veremediğini, yanlış sözcükleri seçtiğini düşünüyor ve sana yardım etmek istiyordum. Bu yüzden, bu kez dudaklarında durdu parmak uçlarım; tenime karışan soğukluk yüzünden değil, orada en ufak bir titreme dahi hissetmediğim için sızladı ellerim. Yorgun ama dikkatle izledi beni gözlerin ve hafifçe, acı çeker gibi kıvrıldı dudakların. "Tanrım, lütfen, yapmayın. Anlamıyor musunuz?" diye zorlukla konuştun, sonra kapandı gözlerin bir kez daha.

"Onlar sizsiniz."

Fısıltınla birlikte diğer elini yavaşça göğe doğru uzattın, bekledin birkaç dakika boyunca. Seni izledim bir daha yüzüne bakamamaktan korkarcasına ve parmaklarım biraz daha sıkılaştı avucunda. Yıldızlara uzanan eline düşüp eriyen tanelerin üzerini örttükten sonra çenenin biraz üzerine taşıdın onların cansız bedenlerini, mezarlarını öptün. Bakışlarımız buluştu o anda ve hayali bir ağıt yankılanmaya başladı bütün ormanda. Korktum, öyle derinden hissettim ki bunu, içimde bir yangın başladı, dişlerim düşman oldu dudaklarıma ve kelimelerin dışarı çıkmasına izin vermediler. Gözyaşlarım kâfi gelmedi ancak duramadım da, göğsümün altında bir harabe kalana dek ıslanacaktı yanaklarım, biliyordum.

"Sizden bir parçayı götüremem değil mi yanımda?" diye sorup buruk bir şekilde gülümsediğinde, farkına vardım ki viraneye dahi dönseydi ruhum, alevler asla dinmeyecekti. Öyle de olmalıydı zira kıvılcımları kucaklamaya mecburdum. Yüreğim, sanki muhtaç değil miydi içinde yaşattığı küllere? Yandıkça daha çok yanmalıydı, bir gün seninle tekrar buluşana dek.

"Hanımefendi, bir başka diyarda, görebilecek miyim sizi bir kez daha?"

Kaşlarına tutunmuş saçlarını geriye ittikten sonra parmağım yavaşça kaydı çenenden, ilerledi ve göğsünün üzerinde durdu. Battaniyenin uçları kıvrılıp üstteki küçük bir kısmı aşağı indiğinde, kalbini hissettim; hızla attığı adımları, bütün bedenine yaydığı dalgaları, yaşadığını. Başım öne eğilirken onun atışındaki şiddete karşın gittikçe zayıfladığını biliyor ama iyileşmesi için hiçbir şey yapamıyordum. Bu çaresizlik beni tüketiyor, bilincimi sarsıyordu ama sen, korkmuyordun. Karşında ağaçların süslediği bir vadi vardı sanki, onların arasından geçen nehri izliyordun ancak öyle durgundu ki bakışların, bu beni ürkütüyordu. Biliyordun, bir daha suların taşlara çarpınca çıkardıkları sesi de dalların arasında gezinen kuşların şarkılarını da duyamayacaktın. Bu yüzden değerliydi zaman, kaçırmamalıydın tek bir anı bile. Bir dakika daha diler gibi bir hale büründüğünde yüzünün kıvrımları, kalbinin üzerindeki avucuma sıçradı alevler. Külleri hissettim, neredeyse nefes almıyorlardı.

Beyefendiye MektuplarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin