38.Bölüm : Bir Şehir Yıkıldı.

Start from the beginning
                                    

Başımı çevirip kitaplığıma baktım, hep yaptığım bir şey vardı. Bazen, bir cevap aradığımda ya da evrenden bana bir mesaj vermesini beklediğimde kitaplığımdan rastgele bir kitap alırdım. Gözlerimi kapatıp rastgele bir sayfasını açardım, ve sayfada gözüme ilk denk gelen cümlenin bana bir mesaj vermesini isterdim. Ayağa kalktım, kitaplığıma ilerledim. Gözlerimi kapatıp elimi kitaplığımda gezdirdim, rastgele bir kitap seçtim kendime, sonra parmağımı sayfalarda gezdirdim. Rastgele bir sayfayı seçip gözlerimi açtım ve sayfada gözüme ilk denk gelen cümleye baktım,

''Her yeri kapatılmış bir labirentte, çıkışı arıyorsun... Oysa tek çıkış gökyüzü, başını kaldırıp bakmıyorsun.''

Yutkundum. Kalbimin ufak hız artışını umursamadan kitabı kapattığım gibi kitaplığa koyup yatağıma geçtim. Cümle öyle doğruydu ki cümlenin doğruluğu karşısında şok olmuştum. Çıkışı olmayan bir labirentte çıkışı arıyorduk... Kurtulmanın tek yolu, gökyüzüne ulaşmaktı. Kurtulmak imkansızdı...

İki günü Burak ve Mert'ten bir haber bekleyerek, evde dinlenerek geçirdikten sonra 20 Haziran sabahı uyanıp ayna karşısına geçtiğimde içimde garip bir heyecan vardı. Korkuyla karışık bir heyecan. Onur'u görecek olmanın verdiği heyecan. Dolabımı açtım, en köşede, yıllar önce kuzenimin bana zorla aldırdığı ama hiç giymediğim kırmızı askılı elbisemi çıkardım. Nedenini bilmeyerek bugün güzel görünmek istiyordum. Elbiseyi üzerime geçirdim, sade bir kolye, minik küpeler, bağlamalı babet ve ilk defa toplu saçlarla indim aşağı,

''Düğün mü var?'' Annemin meraklı sorusuyla birlikte hayır der gibi başımı salladım,

''Mahkeme.''

''Şu hale bak. Elalemin çocukları süslenip düğüne nişana gider bizimki süslenip cinayet mahkemesine gidiyor.'' Gözlerimi devirerek mutfağa girdim bir bardak içmek için,

''Babam nerede?''

''Çıktı, toplantısı varmış. Kızım, baban gidip durmana, geç gelmene çok üzülüyor... Biraz dikkatli ol, tamam git arkadaşına destek ol. Ne olacağını gör, mahkemeyi izle. Ama sonra eve gel, tamam mı?''

''Tamam anne, geç kalmam.''

Evden çıkıp beni kapının önünde bekleyen Mert'in arabasına doğru ilerledim, Burak benim için arka kapıyı açarken bir an beni görünce şoka girdi.

''Haydaaa,'' dedi şok içinde, ''ne olmuş sana?''

''Bilmiyorum... Sizinle takıla takıla iyice erkeğe dönmüştüm. Biraz değişiklik olsun istedim.'' Arka koltuğa Burak'ın yanına oturduktan sonra Mert'in sürücü koltuğundan dönüp attığı hayret dolu bakışa maruz kaldım.

''Onur hapishaneden kaçsın diye uğraşıyorsun, değil mi?''

''Bir etkisi olacağını bilseydim çok önceden böyle giyinirdim.''

Yola çıktıktan dakikalar sonra Burak ve Mert olayın iki gün sonrasında bile hala o siyah saçlı çocuğun kim olabileceğini konuşuyorlardı.

''Murat olabilir mi ya, saçımı boyatacağım diye tutturmuştu ortaokulda hatırlıyor musun? Ya da şey, Cansu vard-''

''Cansu kız, Burak.''

''Abi biz erkek arıyorduk değil mi! Benim kafam iyice karıştı, dün kızı Facebook'tan bulup ekledim, Facebook biyografisine Twitter linkini koymuş Twitter'dan takip etmeden tweetlerini incelerken bir kafede yer bildirimi yapmış, oradan Swarm hesabını buldum. Yaptığı yer bildirimlerine baktım. Çok ilginç, her gün yer bildirimi yapmış, okulun karantinada kaldığı üç gün boyunca bir tane bile yapmamış. Ve Cansu bizim okulda değil. Emin olmak için tweetlerini biraz daha inceledim, geçen ay Snapchat adını paylaşmış, Berk Atlı ismiyle bir Snapchat hesabı açtım, kıza tavanın resmini çekip yolladım, üstüne de seni bizim okuldan birine benzetiyorum hangi okuldasın yazdım. Meğer kız İzmir'e gitmiş liseyi okumaya.''

Dehşet içinde Burak' baktığımızda yaptıkları çok normalmiş gibi konuşuyordu.

''Burak, sen iyi misin?''

''Gerçekten iyi değilim. Bu işin sonunda hepimiz hastanelik olacağız, bakın buraya yazıyorum. Böyle bir gün iş o kadar karışacak ki okuldakiler Onur, siz, ben hepimiz dahil birlikte İpsala sınır kapısına doğru kaçacağız, aramızda vurulup yere düşenler olacak. Kafamda canlandırıyorum bunu.'' Burak'a gülerken arkama yaslandım. Ve bu sefer düşüncelere dalan taraf ben oldum. Sahi, bu işin sonunda ne olacaktı? Onur'a ne olacaktı, bize ne olacaktı... mahşerin Dört Atlısı'na bu işin en sonunda ne olacaktı?

İstanbul Adliyesi'nin önünde durduğumuzda Onur'un babasının peşinden ilerleyen yaklaşık on kişilik basın grubunu gördüğümüzde olduğumuz yerde kalıp kaşlarımız çatılı izledik onları. Adam mahvolmuştu, mahvolmuş bir halde onlardan uzaklaşmaya çalışıyor, binaya girmeye çalışıyordu. Belki de hepimizden fazla hayatı kararan Erhan Zorlu'ydu...

Sonunda binaya girip salona doğru ilerlediğimizde Erhan Bey, okuldan birkaç öğretmen, beş avukat bizi bekliyorlardı... Babası Onur'a küçük bir avukat ordusu tutmuştu. Ama Onur'un dudakları arasından çıkacak ufacık bir ''Ben yaptım.'' cümlesi, her şeyi mahvedecekti.

''Erhan Amca, Onur getirildi mi? İki dakika var başlamasına.''

''Şimdi getirilecek,'' Tam o an, koridorun başında duyduğum asker adımlarının sesiyle birlikte koridorun başına döndü başlarımız senkronize bir şekilde. Oradaydı, iki askerin arasında, elleri kelepçeli... Oysa hala güçlü, oysa hala dimdik... Öyle bir andı ki, tüylerim diken dikendi. Onur bize yaklaştığı anda gözleri üzerimdeydi, elbisemde, saçlarımda... Hafif bir şaşkınlıkla yüzüme baktıktan sonra, hiçbir şey demesine bile izin verilmeden salona sokuldu. Biz peşinden giderken babası ''Onur! Oğlum!'' diyerek yanına yaklaştığı sırada askerlerden biri elini kaldırdı,

''Konuşmak, yaklaşmak, bakışmak dahi yasak! Savcımızın kararı.'' Şok içinde Burak'a ve Mert'e baktığımda öfkeden deliye dönmek üzerelerdi.

''Bakışmak dahi yasak ne demek?! Ne istiyorlar Onur'dan!'' Sinirle konuştuğum sırada Burak elleriyle yüzünü kapattı,

''Sakinim, sakinim, sakinim, kimseyi öldürmeyeceğim, sakinim, sakinim sakinim.'' diye mırıldandı öfkeyle.

''Sessizlik!'' Hakim, tüm salon susturduğu sırada gözüm Onur'daydı, turuncuya dönük kumral sakalları yeni yeni çıkıyor gibiydi, saçları kısalmıştı... Kesmişler miydi? Saçlarını da sakallarını da kesmiş olabilirler miydi? Korkuyla Burak'a döndüm, saçları içine doğru uzamış olamazlardı!

''Saçlarını mı kesmişler?!'' diye fısıldadım öfkeyle,

''Evet... Orospu çocukları...''

Yüzümün yandığını hissettim o an, içimde çok büyük bir ateş çok daha büyüdü, kocaman oldu. Mahkeme başladığında, hakim evraksal konuşmaları yaptığı sırada içim öyle doluydu ki dinleyemiyordum bile. Sonra onun ismini duydum, Onur'un.

''Onur Zorlu, kürsüye!'' İki asker tarafından kollarından tutulup kürsüye götürüldüğü sırada, avukatlarından biri, Onur'un yanına geçti.

''Onur Zorlu, Zorlu Koleji'nde ve yakalandığın anda bulunduğun depoda işlenen suçları üstleniyor musun?'' Yüzünü yandan görüyor olmama rağmen yalvaran gözlerle baktım yüzüne,

''Efendim, müvekkilim cevap verecek ve bu konuyla ilgili bir yorum yapacak halde değil. Suçları hiçbir zaman hiçbir ifadesinde kabullenmedi, şimdi de kabullenecek değil. Sizden cinayetin araştırılması emrini ve mahkemenin uzatılmasını, bu süreçte müvekkilimin serbest bırakılmasını arz ediyorum.''

''Reddedildi.'' Bir saniyelik umudun anında sönüşü, hakim Onur'a bir kez daha döndüğünde salonda ölüm sessizliği vardı,

''Onur Zorlu, bu cinayetleri işlediğini kabul ediyor musun? Suçları üstleniyor musun?'' Onur bir kez daha ses çıkarmadı, cevapsızca hiç konuşmadan öylece dimdik ileri bakıyordu.

''Müvekkilim susma hakkını kullanıyor, efendim.''

''Onur Zorlu'nun, tanıklar dinlendikten sonra bir kez daha dinlenmesine, karar verilmiştir. Yerinize geçebilirsiniz. Sayın tanık Mehmet Gürsoy, kürsüye.'' Şaşkınlıkla kapıya baktığımda kafamın içinde bir ses BU KİM ALLAH AŞKINA?! diye bağırıyordu. Mehmet kimdi, ne tanığıydı bu, nereden çıkmıştı?!

''Bu kim!'' dedim şok içinde Mert'e,

''Bilmiyorum, ama kötü bir şey çıkacağını sanmıyorum. Erhan Amca ayarlamış olabilir...'' İçim birkaç saniyeliğine rahatladığında arkama yaslandım, gözlerimi tanığa çevirdim.

''Buyrun, anlatın.''

''Ben cinayetin işlendiği deponun sahibiyim. Dört gün önce saat gece 3 civarı bir telefon aldım. Telefondaki ses...'' dedi Onur'a bakarak, ''Onur Bey'indi... Bana depoyu bir aylığına kiralamak istediğini, ve acil olarak gecenin 3'ünde buluşup sözleşmeyi imzalamak istediğini söyledi. Paraya sıkışıktım, peşin vereceğini söylediğinde kabul ettim. Ertesi gün ne yapıp ne ettiğine bakmak için depoya gittim, arabamı deponun arka tarafından bıraktım. Ön kapıya doğru yürüyeceğim sırada içeriden bir çığlık sesi duydum. Korkuyla küçük camların birinden içeri baktım... Sonra onu gördüm...'' Bir kez daha Onur'a baktığında delirmek üzereydim, ''Bıçağı çıkarıp tekrar saplıyordu... deliye dönmüş gibiydi...''

''Onu derken, net bir şekilde Onur Zorlu'yu gördüğünüz söyler misiniz?''

''Onur Zorlu'yu gördüm, bir kızı bıçaklarken.''

''NE DİYORSUN LAN SEN?!'' Burak öfkeyle ayağa fırlayıp adama doğru yürüdüğü sırada Mert onu tutmak için koştu, ben gözyaşlarıma hakim olamazken elimi ağzıma götürdüğüm gibi ufak bir hıçkırık çıktı ağzımdan. Onur'un babası eli kalbinde ayağa fırlamıştı.

''Sessizlik! Dışarı atılmak istemiyorsanız herkes yerine!'' Mert Burak'ı zorla yerine oturtmaya çalıştığı sırada hakim tekrar söze girdi,

''Dinlenilmek üzere, ikinci tanık Zehra Ersöz'ü kürsüye bekliyoruz.'' Bu kimdi şimdi! Kapıdan içeri 45-50 yaşlarında, kızıl saçlı, kısa boylu bir kadın girdi.

''Bu kim?'' diye sordum Burak'a korkuyla,

''Bilmiyorum hiçbirini bilmiyorum hepsinin Allah belasını versin!''

''Seni dinliyoruz,''

''Ben Zeytinburnu'nda bir market işletiyorum. Onur Zorlu dört gün önce kapşonlu, terli, yüzü kıpkırmızı bir halde gecenin bir vakti marketimize gelip birkaç şey aldı. Çok şüpheli hareketleri vardı. Beyefendiyle depoyu kiralamak için yaptığı konuşmaya ben de şahit oldum. O an ondan çok şüphelendim, marketten çıkarken hırkasının cebinden küçük bir kağıt düştü. O kağıdı aldım, sakladım. Ertesi gün şüphemi anlatmak için karakola gittiğimde güvenlik kamerasından inceleyip bana kendisinin tutuklandığını söylediler. Ama ben o kağıdı güvenliğimden korktuğum için şuana kadar hiç kimseye gösteremedim. Şimdi, burada size vermek istiyorum.'' Kalbim deli gibi atarken kadın elindeki küçük kağıdı uzattı, hakime verdi.

''Adres yazıyor.'' diye açıkladı, yanındaki diğer hakimlere danıştıktan sonra tekrar söze girdi,

''Mahkemeye yarım saatlik bir ara veriyoruz. Görevli arkadaşlar, gidip bu adresi kontrol edecekler ve daha sonra mahkemeye devam edeceğiz.'' Ara verildiği duyurusu yapıldığı anda askerler Onur'u kaldırdıkları gibi salondan çıkarırken hızla peşlerinden ilerledik, ikisi Onur'la bir odaya girerken ikisi kapıda kaldı. Titreyerek döndüm Burak ve Mert'e.

''Bitti, her şey bitti, her şey bitti...'' dedim titreyen sesimle,

''Ben kafayı yiyeceğim...'' Mert öfkeyle fısıldadığında Burak kıpkırmıydı,

''NEREDE LAN O İLK ŞAHİT!'' Salona bir kez daha yöneldiğinde Mert'le birlikte kolundan tuttuğumuz gibi koridora çektik bir kez daha. Onur'un babası avukatlarla hararetli ve öfkeli bir şekilde konuşuyordu.

''Şuan yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Şu adresin sonucunun gelmesini beklemek zorundayız.''

Öyle de yaptık, öfkeyle yarım saat boyunda koridorda deli gibi bir oraya bir buraya yürüyüp sonucu bekledik, ve daha sonra içeri alınma anonsuyla birlikte önce Onur'un içeri girmesini izledik. Yüzümüze bile bakmadan, ama ilk geldiği anın aksine çökmüş bir şekilde geçti önümüzden, yerine oturdu. Peşinden girip yerimize yerleştiğimizde hakimin yüzü kıpkırmızıydı.

''Evet, Onur Zorlu'nun üzerinden düşen ve tanık tarafından bulunan kağıt bizi bir başka depoya ulaştırdı. Ve o depoda...'' Elim kalbimde baktım hakimin yüzüne, içimden bildiğim bütün duaları ediyordum, kelimenin tam anlamıyla ölmek üzereydim,

''Zorlu Koleji'nin karantina süresinde okuldan kaybolan, öldürülen ama cesedi asla bulunamayan Serap Altınsoy'un cesedine ulaşıldı.''

Kalbim durdu. Kelimenin tam anlamıyla değil, ciddi ciddi kalbim durdu benim o an. Bütün sesler sustu, bütün görüntüler kayboldu, yer ayağımın altından kayıp gitti sanki. Oturduğum yerde kaldım, gözlerim kapanmadı, öylece donakaldım... Her şeyin en başından beri ne olsa bir bina daha yıkıldı diyordum kendime, şimdi koskocaman bir şehir yıkıldı, biz altında kaldık...

***

Bölümü yazarken ben bile şu son sahnelerde sinirden delirdim, sizi gayet iyi anlıyorum. Her şeyin ortaya çıkmasını istiyorsunuz, Onur'lu Zeynep'li sahneler istiyorsunuz biliyorum ve inanın az kaldı. Daha önce bahsettiğim hediyeli yarışmamızı da yapacağız çok yakında. Sizden bir şey rica edeceğim sadece, biliyorum Karantina'yı seviyorsunuz ve benim de tek amacım size emek vererek bölümler yazmak ve daha çok kişi tarafından okunmak. Bu yüzden tek ricam biraz destek, bölümlere oy vermeyi unutmayın çünkü oylar ve yorumlar bizi Wattpad listesinde yukarı taşıyor, arkadaşlarınıza önerin, sosyal medya hesaplarınızda paylaşın. Umarım desteğinizi alabilirim ve çok daha iyi yerlere gelebiliriz^^ Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyoruum, görüşmek üzere :') 

İletişim,

Instagram : beyzalkoc

Snapchat : beyzaalkoc





























Karantina SerisiWhere stories live. Discover now