42. BÖLÜM "Tuzlu Kahve" (1. Kısım)

Start from the beginning
                                    

Söylediğini ciddiye aldığımdan değildi ama takındığı ifade o kadar komikti ki kendimi gülerken bulmuştum. Vildan ve mimikleri ünlüydü zaten. Hiç konuşmasa bile yüz ifadeleriyle güldürürdü insanı.

Erdem'in babasıyla da tanışmıştım ufaktan. Daha doğrusu o benimle tanışmaya gelmişti. Önceki gün odamın kapısı çalınıp da içeri Erdem girdiğinde şaşırmıştım, çünkü onun benim kapımı çalma gibi bir alışkanlığı yoktu. Ama hemen ardından giren, Erdem'in omuz hizasından biraz yukarıda boyu, sevimli bıyıkları, ışıl ışıl gözlere sahip adamı gördüğümde anlamıştım bu nezaketinin sebebini. Yüzüne baktığımda Erdem'in bıyıklı hali diyebilirdim, o kadar çok benziyorlardı. Tanıtmasına gerek kalmadan kim olduğunu anlamıştım zaten.

Elini öptüm, beraber çay içip az da olsa konuştuk. Yanında ne yapacağını, ne diyeceğimi, nasıl davranacağını bilememiştim. Annesi ile olaylı tanışmamızdan sonra onun nasıl yaklaşacağını bilememiştim.

"Bizim hanımın yaptığı olacak iş değil ha! Daha ilk anda öyle mi yapılır? Çatlak! Kaç yıl oldu, büyüyemedi hala!"

Erdem bir an olsun eksik etmediği gülümsemesiyle durmuştu yanımızda. Babası Hasan Amca ile güzel bir tanışma olmuştu. Samimi bir adamdı ama mesafesini de biliyordu. Biraz zaman geçtiğinde daha rahat hissetmiştim.

Şimdi bir başka vesile ile tekrar karşı karşıya gelecek olmanın heyecanı sarmıştı beni.

Vildan "Kahvenin tuzunu bol bol koy!" diye tembihleyip gittiğinde annemle baş başa kaldık. Belirgin bir gerginlik seziyordum hareketlerinde.

"Bugünleri görmek de varmış." dedi gerilimle otururken. Süt'ün rahatlatıcı havası ne de iyi olurdu. Ama ben onu komşulardan birine bırakmıştım. Annem öyle istemişti. "Hangi ara büyüdün ki sen?"

"Anne... Yapma böyle. Ağlayacağım bak."

"Yok kız, ağlama. Makyajın bozulmasın." dedi kıkırtıyla ama kendisini zorladığını hissediyordum. Benim için de kolay değildi, anlıyordum onu. Aşacaktık, alışacaktık.

Kapı çaldığında aynı anda fırladık. Yumruklarımı sıkarken derin derin nefeslerle sakinleşmeye çalışıyordum.

Kapıyı açtığımızda dört güler yüzle karşılaştık. Burçin, Erdem, anne ve babası... Erdem'in elinde çiçek, Burçin'in elinde çikolata... Oysa ki dizilerde, filmlerde izlerken ne kadar olağan ve basit bir sahne gibi görünürdü gözüme. İnsan kendisi yaşayınca, heyecandan adeta eriyordu. Zaten kabul edilmiş bir kararın geleneklere göre temsili bir tekrarlanışı olsa da insan heyecanlanmaktan alamıyordu kendini.

Burçin'in sarı, kahverengi karışık saçları dalgalandırılmıştı ve benimkine benzeyen mavi bir elbise giymişti. Sanki konuşulmamış ama herkesin bildiği bir kuralmışçasına giyinmiştik. Erdem'in annesi ise gri ve siyah tonlarında giyinmişti benim annem gibi. Ama ışıltılı eşarbı ile kasvetli olmaktan çok uzaktı. Muğla güneşinde yanmış yüzünde dişleri parlıyordu.

Erdem ise... Siyah takımı ile yine gözlerimi kamaştırmaktan geri durmamıştı. Ortam uygun olsa uzun uzun bakacak haldeydim ama kendimi tutmuştum. Burçin'in gözleri üzerimdeyken bir açık verirsem dilinden kurtulamayacağımı biliyordum. Daha ilk karşılaşmamızda yaptığı imalar net bir şekilde aklımdaydı.

Sırayla içeri aldık hepsini, en son da Erdem girdi. Elindeki çiçeği elime bırakırken diğerleri çoktan oturma odasına yol almışlardı bile.

"Çok güzel olmuşsun tatlı cadı."

"Ay... Cadı deme bana..." dedim son günlerde tekrarladığım gibi. "Süt'ün burnundaki pençe izi geliyor gözümün önüne."

Bir de sırıtmıyor muydu?

"Ne yapalım? Kıskancız."

"Sana benziyor zaten. Hık demiş burnundan düşmüş."

"Erdem! Narin" Hemen seslenmeye başlamışlardı bile. Erdem elini cebine attı ve bir lolipop çıkardı. O anda yapmasaydı olmaz mıydı?

"Ya... Erdem!"

"Ne var? Sevmiyor musun? Ben çok seviyorum."

Yandan gülüşü ve iması ile beni kıpkırmızı etmeyi çok iyi başarıyordu.

"Hadi..." dedim daha fazla utanma riskini alamayarak. "Bekliyorlar."

Yanağımdan ufak da olsa bir öpücük almayı da ihmal etmeyerek içeri geçtiğinde hızlanmış kalbimi dizginlemek epey zor olmuştu. Erdem'in etkisi... Sadece varlığı yetmiyormuş gibi bir de üzerine kendi eklemelerini yapıyordu. Daha da güçlü hale getiriyordu.

Oturma odasına geçtiğimde Burçin'le yan yana oturduk sandalyelerde. Bana yandan yandan ufak gülüşlerle bakarken ben de "ben demiştim" bakışlarına maruz kalmanın acısını yaşıyordum. Tamam... Bir tek ben anlamamıştım zaten Erdem'le bu hale geleceğimizi. Herkeste bir "biz biliyorduk" havaları vardı.

Erdem'in babası ve annesi, annemle bilindik sohbetlere başladılar. Yıllarca, binlerce ailenin içinde bulunduğu o anları biz de tekrar ediyorduk. İşlerden güçlerden bahsediyorlardı önce. Demirkaya ailesi çiftçilikle geçinmişlerdi. Erdem doğmadan önce epey zorluk çekmişlerdi ama Erdem sanki uğur getirmişti onlara. Arazileri artmıştı, ev almışlar, kiracı edinmişlerdi. Şimdi meyve bahçeleri vardı, çeşit çeşit meyve yetiştiriyorlardı. Maddi durumları iyileşse de köylerinden uzak kalamamışlardı. Muğla'nın şirin bir köyünce yaşayıp gidiyorlardı. Kızları Burçin il merkezindeydi ve organizatörlük yapıyordu. Sık sık da anne ve babasının yanına gidip geliyordu. Şükür iyilerdi, geçinip gidiyorlardı. Bugünleri de gördükler için çok mutluydular.

Annemin başını yana eğip gereken uyarı yapmasıyla ben mutfağa doğru ilerlediğimde Burçin'in de arkamdan geldiğini hemen anlamıştım.

Kahveleri yaparken o da bana bakıyordu.

"Çok yakışıyorsunuz!" dedi kıkırdayarak."O zaman anlamıştım! Bende de maşallah nasıl göz varsa... Şıp diye!" Kibarca gülümsedim ne diyeceğimi bilemeden. "Bir tane Selda vardı. Ay, hiç sevmezdim ya! Sen çok tatlısın. Abim nasıl başardı senin gibi tatlı kızı bulmayı bilmiyorum ama iyi oldu!" Bir yandan beni izliyor, cevap vermesem de konuşmasını sürdürüyordu. "Ben onu hiç böyle âşık görmedim. Hiç de düşünmezdim olacağını. Tuz koyacaksın, değil mi? Ay! En sevdiğim olay bu!" Konudan konuya atlamasına ayak uydurmaya çalışırken başımı onaylar anlamda salladım. "Bol bol koy!" dedi kıkırdayarak.

"Kötü olmaz mı?"

"Olmaz! Hem seni ne kadar sevdiğini gösterir ya. Çok çok koy! Ben de surat ifadesini çekeceğim telefona. Çok iyi olacak!"

İçim acıyordu. Bol bol tuz koymak... Kahveye... Ne kadar iğrenç olacaktı acaba?

Bir kaşık koydum tuzu. O bile gözüme çok görünürken Burçin birden elimden aldı çay kaşığını ve iki kaşık daha ekledi, bir de kaşlarını çatıp fincana bakarken mırıldanıyordu.

"Az mı oldu sanki?"

"Çok bile!" dedim kendimi tutamadan. İmalı gülümsemesini yüzüne yerleştirmekte geciktirmedi.

"Aman, sevdiğine kıyamazmış. Bana az çektirmedi! Lisede sevgilim olduğunu öğrendiği ertesi günü çocuğu sıkıştırıp dövmüştü. Zaten sırf boyuyla bile korkutuyordu insanları! Onun yüzünden okuldaki tüm erkekler beni görünce hortlak görmüş gibi kaçıyorlardı. Gün intikam günüdür ve yengeciğim, sen de benim suç ortağım olacaksın!" deyip göz kırptıktan sonra bir kaşık tuz daha ekledi. Midem kalkmıştı benim daha içmeden. Erdem ne yapacaktı?

Burçin zıplar adımlarla içeri giderken tepsiyi elime aldım ve adeta zehirli bir iksir gibi bana bakan tuzlu kahveden gözlerimi ayıramadan içeri doğru ilerledim.

İçten içe de Erdem'den özür diliyordum. Ama sonuçta gelenekler bunu gerektiriyordu.

Tabi bir de Burçin'in intikamı...


ORTA ŞEKERLİWhere stories live. Discover now