39. BÖLÜM "Aç, Muhtaç, Yarım"

Start from the beginning
                                    

"Çok kötüsün sen." dedim yanaklarım yanarken. Şaka bile olsa böyle konuştuğunda nereye kaçacağımı bilemiyordum.

"Sayende..." deyip yanağımı hafifçe okşadı.

"Ben sabah da bir şey yemedim, çok açım!" deyip kollarından çekildim. Bunu aslında istemiyordum ama karnımın guruldayıp beni rezil etmesi riskini de alamıyordum.

"Ben de sana açım ama hiç umursamıyorsun bücür cadı. Kalbim açlıktan ölüyor."

Sarmalardan birini ağzıma atarken gözlerimi kaçırdım. Baksam yine o imalı bakışlarıyla rastlaşacak kıpkırmızı kesilecektim. O da ben kızardıkça daha çok üzerime gelip beni köşeye sıkıştırmayı ihmal etmeyecekti.

"Biraz beklemeniz gerekiyor Erdem Efendi!" dedim ben de aynı alaylı havayı takınmaya çalışarak ama o bana yaklaşmıştı bile. Yine yüzünü yüzümün dibine getirip beynimi kullanım dışı bırakmayı başarıyordu.

"Önce benim kalbimi doyursak... Olmaz mı?"

"Doyar mı o kadar çabuk?"

"İdareten..." dedi elini yanağıma yerleştirip.

"Ama cidden çok acıktım ben..." dedim ve bir sarma daha alıp durumumuzu umursamamaya çalışarak yemeye koyuldum.

"Beni süründürüyorsun. Farkında mısın?"

Ses tonu yumuşak, adeta tüy gibiydi. Üzerimdeki etkisi de öyle. Yutkundum ve başımı zorla da ona çevirip gülümsedim. O da yanağımdan hafifçe öpüp birkaç karış da olsa uzaklaşarak dengemi yeniden kurmam için fırsat verebilmişti. Derin bir nefes alıp aklımı toparlarken üzerimdeki etkisinin gayet de farkında olarak beni geniş bir gülümsemeyle izlediğini görebiliyordum. Bir sarma alıp ona uzattım. O da hemen kaptı gülümsemesini bir an olsun söndürmeden.

Neşeyle yediğimiz yemeğimizin ardından ağacın altında, kuş seslerin arasında huzurla uzandık. Daha doğrusu, ben ağaca yaslanmıştım, Erdem de bana... Başını gövdeme yerleştirmişti ve ben de ellerimi saçlarının arasında dolaştırıyordum. Gözlerini kapatmış, düzenli nefesler ve huzurlu bir yüzle bana yaslanırken dünyada daha huzurlu başka bir yer olmadığını düşünmeden edemiyordum. O an bütün kötülüklere, ölümlere, acılara rağmen adeta bir fanusun içinde gibi, bir kalkanla örülüp bütün karanlığı dışarıda bırakırmış gibi huzurluydum. Bunu bana verdiği için Allah'a şükrediyordum. Tekrar içimde mutluluktan güneşler parlattığı için şükrediyordum. Erdem'le yollarımızın kesişmesini sağladığı için şükrediyordum.

Dayanamayıp kollarımı boynuna doladım ve yüzümü saçlarının arasında dolaştırdım. Neden yaptığıma anlam verememiştim, sadece içimden gelmişti işte. Vücudunun gerildiğini fark etmiştim, yüzünü görmesem de şaşırdığını hissedebiliyordum. Sadece sarılmak istemiştim ama sonuçta ikimiz de benim bu tip davranışlarıma alışık değildik. Sadece sarılarak bekledim. Hızlanan nefeslerini bir süre sonra normale soktuğunda konuşmuştu.

"Beni mahvediyorsun..." diye mırıldandı. "Bu hallerin..." Başını yukarı doğru kaldırdığında yüzlerimiz dip dibe gelmişti. "Başımın tatlı belası..."

Utanıp kollarımı çektiğimde o da doğruldu. Bana gözlerinin içine çekermiş gibi derin derin baktı. Kıpırdayamadım, neden öyle baktığını da anlayamadım ama saniyeler saniyeleri kovalarken o bakışlarını epey çekmedi. En sonunda birden kalktığında şaşırmıştım.

Daha ben konuşamadan elini uzattı.

"Hadi!"

Şaşırarak konuşurken bir yandan da elini kavramış, beni ayağa kaldırmasına izin vermiştim.

ORTA ŞEKERLİWhere stories live. Discover now