10.Bölüm "Kardeş"

553 46 48
                                    

Oğuzhan Koç, Berhudar olmak zor

DÜZENLENDİ, buna rağmen hatalarım varsa affola.

Keyifli Okumalar!

Gözlerimi hayata tekrar açtığımda iki kişilik yatağımızda yatıyordum. Odaya sızan ayın ışığı, odanın birazda olsa aydınlanmasına neden olurken, sıcaklığın verdiği duygu ile biraz daha yayıldım. Çarşafın soğuk tarafını hissetmemek adına kolumu diğer tarafa uzatmasamda, Umut'un orada olmadığını biliyordum. Çünkü Umut orada olsaydı, beni sarıp sarmalardı bir an bile tereddüt etmeden. Ne kadar sorgulamak istesem de bu düşünceme tutunmadan beklemeye karar verdim. Düşünceler zihnimi zorlarken, aklım annem denilen kadına kaydı. Oysa şu an Umut'u deli gibi merak ediyordum. 

Annem. Ne tuhaftı ve bir o kadar doğruydu. 5 harften oluşan kelime. Bir kelime insanın ruhunu dalgalara atar ve seni yerle bir eder miydi? Edebiliyordu. Tek bir kelime edebiliyordu işte. İnsanın ruhunu çizebiliyor ve kanatıyordu. 

Lâkin hissedilmeyi talep eden duygular o kadar içimdeydi ki, ne desem boştu sanki. Önemsiz olduğu kadar önemliydi de. Çelişkinin  âlâsını yaşıyordum. 

Neden gittiğini, bizleri neden bıraktığını bilmek istiyor, bilmek istememe rağmen ise korkuyordum. Duyacaklarım ve öğreneceklerimden deli gibi korkuyordum. 'İstemedim,' dese... Ne diyebilirdim ki? Bir şey diyemezdim. Hiçbir kelam edemezdim. Gülümserim belki, belki gülümserken ağlardım. Veya... ağlamazdım. Bir göz yaşı daha akıtmadım bu konu uğruna. Çünkü çok ağlamıştım. Ağlayan bir ben değildim. Ağlayan tüm benliğim, ruhuma çalınan acılarım ve beni ben yapan kimliğimdi. Ve artık yeterdi. Ağlamak, rahatlatır derdik ya... Aksine ağlarken rahatladığımızı hissetsek bile, rahatlamazdık. Esasında ruhumuza akıtırdık acılarımızı bir bir. Göz yaşlarımıza karışan yaralarımız bir kez daha yakardı canımızı bir kezzap misali. Engel olamazdık...

Cidden yorulduğumu hissediyordum istemsizce. Sanki... sanki bir ayı misali kış uykusuna bile yatsam, hiç uyanmadan uyusam, rahatlayamazdım. Genel de uykuyu seven bir insan tanesi olarak rahatlamam kaçınılmaz olurdu... Lâkin yorgunluğum o kadar ağır basıyordu ki, uyku bile çare olamazdı yarama. 

Yarama çare olan merhem vardı. Sadece bir merhem. Kara, bir deliği andıran gözlerden, kara ve biraz uzun saçlardan, uzun boy ve biraz da geniş omuzlardan oluşan bir merhem. Merhemimin adı Umut'tu. İsmi gibi umut olmayı başaran, sıkı sıkı sarılan bir merhem. Umut. 

"Uyandın mı?"

Merhemimin sesini duyumsadığımda, dudaklarımın kıvrılmasına engel olamadan sevdiğim, kuyuyu andıran bakışlara çevirdim bakışlarımı. Harelerim, harelerini kendine kabul ederken, derin bir nefesi daha hediye ettim ciğerlerime. Saatin kaç olduğunu bilmesem de, hâlâ geceyi sabaha bağlayan o zaman diliminde idik. Araba da uyuduğumu tahmin edebiliyordum. Yorgunluğuma bir kez daha yenik düştüğümü anladığımda yüzümü buruşturmadan edemedim. Lâkin bu durumun uzun sürmesine bile izin vermeden bir gülümseme peydahlandı yüzümde.

"Gelsene," sesimin sevinçli çıkmasına engel olamazken, hevesli küçük bir kızdan farkım yoktu o an. Umut'u yanında isteyen, Umut'u her şeyi ile hissetmeyi talep eden, küçük ve şımarık kız çocuğu.

Yaslandığı kapıdan bir an bile düşünmeden ayrıldığında, elimi koyacak yer bulamadım. Usul adımlar ile heybetli bedenini bana doğru yönlendirirken, bir kez daha derin bir nefesi bahşettim ciğerlerime. Buna deli gibi ihtiyacım vardı. Nefese... Temiz havaya... 

Çünkü yaşamak istiyordum o saniyelerde. Bazı zamanlar ölmeyi düşlesem de, yaşamayı deli gibi istiyordum. Umut vardı çünkü. Nefes alıp verdikçe, Umut hayatımda olacaksa, nefes almayı ve vermeyi, bırakmak... Aklımın ucundan bile geçmezdi ki. 

UNUTMA BENİWhere stories live. Discover now