7.Bölüm "Pişmanlık"

821 59 49
                                    

Zevkli okumalar!

Pişmanlık.

Ruhumu ve benliğimi iki avucunun arasına alarak, bir an bile düşünmeden sıkan ve kendini mislisiyle hissettiren varlık. Sanki... sanki ruhum yavaş yavaş çekiliyormuş gibi varlığını belli ediyor, her türlü vicdanımı sızlatıyordu. Engel olmak için derin bir nefesi ciğerlerime hapsediyor da olsam, aldığım her nefesin sonunda sızlayan yaralarıma bir kez daha tuz döküyordum istemeden. Tam anlamıyla bir döngü misali her seferinde oynanan bir oyundan ibaretti yaşananlar. Esasen engel olmak için elden bir şeyler de gelmiyordu. Yaralara güvenmekten başka çaremiz olmuyordu ne yazık ki.

Yapıyordum... Bir şeylere neden oluyor, deniyordum. Yapmaya çalışıyor ve sonucunu usanmadan bekliyordum. Sonra bitiyordu. Yaptığım her şeyin bir yanlıştan ibaret olduğunu anlıyor ve ruhumu katleden vicdanıma yenik düşüyordum. İstesem de, istemesem de...

Savaş'a karşı hissettiğim büyük bir pişmanlık vardı tam da o anlarda. Savaş benim canımdı. Canımdan da öte, canıma can katan ağabeyim. Hiçbir şekilde vazgeçmeyerek benim için çabalayan adamdı o. Koruyup kollar, kötü giden işlerin hissedilmemesini talep ederdi. Hissettirmez, karın ağrısını kendi başına çeker ve gülümsemeyi başarırdı. En azından bana her zaman gülümserdi. Yere düştüğümde beni kaldırmak yerine yanıma çöküp, benimle el oyunları oynardı... Beni dinler, anlatmadığım zamanlar da ise sadece gülümserdi. Kalkmak isteyene kadar benimle yerde sürünür fakat her şeye rağmen sımsıkı sarılır, beklerdi. Benim sarılıp sarılmamı hiç umursamazdı mesela. Başım boynunu çoktan yuva edinmiş, kolları beni sürekli yuvama sürüklerdi. Sakallarını sürekli keser, rahatsız olmamam için çabalardı. Oysa sakallarını bile sevdiğimi bilse, beni onlardan mahrum bırakmayı hiçbir şekilde düşünmezdi...Kolları, ruhu, benliği... Ağabeyimin sahip olduğu her şey bana güveni veriyordu. Ve bunları bilmeme rağmen ona güvenmeyerek, kendimi ve küçük Narin'in ona olan güvenini tam anlamıyla ihanetin kuşağına atmış bulunuyordum. Savaş'ın bana ihanet ettiğini düşünmüş, fazlasıyla kırılmış yanlarıma rağmen gülümsemeyi başarıp, ölmeyi dilemiştim. Oysa ağabeyim beni yaşatmak için az mı çabalamıştı? Hakkını asla ödeyemezdim ki... Dişini tırnağına takıp çalışan ve sonunda bile hayatını yaşayamayan o koca yürekli adamdı, benim ağabeyim. Onun hakkı nasıl ödenirdi?

Fakat ilk pişmanlığım altı yaşımda ki çocukluğuma aitti. Altı yaşında ki küçüklüğüm o pişmanlığın acısını hâlâ hissediyordu...

Daha küçük boyu ve kısa saçlarıyla sürekli ağabeyinin gözlerine bakan o küçük kız, pişmanlığın pençesinde ezilip büzülürken minicik kalmıştı. Ağabeyinin gözlerine bakıyor, onun kendisini sevmesi için çabalıyordu kendince. Yazıldığı okula girdiğinde sırasına oturur, bütün gün dersi dinlerdi. Zira fazlasıyla çekingen ve fazlasıyla suskun bir çocuktu, küçük Narin. Savaş'tan başka kimseye güvenemez, herkesten uzak dururdu. Zaten başkasına güven duymak istemiyor, başkasından sevgi dilenmiyordu. Ağabeyine duyduğu güven, ağabeyinin ona duyduğu sevgi yetiyor ve artıyordu. Ödü kopuyordu Narin'in. Ağabeyinin bir gün ondan sıkıla bilecek olmasına ödü kopuyor, içi gidiyordu. Bir nevi bu yüzden ağabeyinin her dediği lafı ikiletmeden yerine getirirdi. Oysa Savaş'ın ağzından çıkan kelimeler onun için tam anlamıyla emirdi. 

Ona duyduğu güvenin haddi hesabı yoktu. Bir kek misaliydi ağabeyine duyduğu güven... Çikolatalı kek. Sıcak olduğunda ağzını yakar fakat buna rağmen tadından yenilmezdi. Soğuk olduğunda ise tadı damağınızda kalırdı...  Öyleydi de işte. Savaş'a duyulan güvenin tam anlamı buydu. Ağzından çıkan her kelime güveni tahrik eder, güven duyulmasını talep ederdi. Ağzından çıkan kelimeler ise tadından yenmeyecek kadar yakışırdı...

UNUTMA BENİWhere stories live. Discover now