Bölüm 1

6.3K 108 14
                                    

Doncaster'a taşınalı iki hafta olmuştu. Ama buraya uyum sağladığım söylenemezdi. Holmes Chapel'da insanlar daha nazikti ve kimin ne şekilde davrandığını ya da düşündüğünü umursamazlardı. Buraya neden taşındığımızı hiç anlamamıştım ama sanırım buradaki ev annem için daha rahattı.

Okulu seviyordum. Sınıflara girmeyi ve ödev yapmayı. Bu futbol takımının beni neden kendilerinden ayırdığını ve benimle neden dalga geçtiklerini açıklıyordu. Ayrıca neden beni dövdüklerini de. En kötüsü ne miydi? Louis Tomlinson. Futbol takımının kaptanı, okulun en popüler çocuğu, genç kızların-ve birkaç erkeğin- baştan aşağı vurgun olduğu ve -herkesin düşündüğü kadarıyla- okuldaki en yakışıklı çocuk. Ondan nefret ediyorum diyemezdim, onu tanımıyordum bile. Sadece öyle çabuk yargılayan tiplerden değildim, hepsi bu. Bana tam bir bo-yani değersiz bir parçaymışım gibi davranıyordu. Küfür etmeyi sevmezdim çünkü bence gerekli değildi. Benim planım? Dimdik ayakta durup, furbol takımını görmezden gelmek, Louis'yi görmezden gelmek ve derslerime odaklanmak. Sadece üçüncü sınıfı kendimi öldürme isteğine kapılmadan bitirmek istiyordum.

"Marcel, uyanık mısın bebeğim?" Annem aşağı kattan sesleniyordu.

"Evet anne, hazırım."

"Aşağı gel ve gitmeden önce bir şeyler ye."

Aşağı kata indiğimde annemi tek elinde kahve fincanı ve diğer elinde gazetesiyle mutfak masasında otururken bulmuştum. Kahverengi kravatımı düzeltirken yavaşça yerime oturdum. Annem bana çay, kızarmış ekmek ve çilek reçeli hazırlamıştı. Üzerime bir şey dökmek istemediğim için yavaşça yemeye başladım.

"Marcel, kızma tamam mı? Ama sence de alışverişe çıkmamalı mıyız? Sana yeni kıyafetler almak için?"

"Hayır, teşekkür ederim anne. Giyiniş şeklimi seviyorum." dedim yüzümdeki gururlu gülüşle birlikte.

Olay şuydu ki, sadece siyah, kahverengi ve gri renkli olan pantolonları giyerdim. Onları da sahip olduğum uzun ve kısa süveterlerle eşleştirirdim. Ki bu süveterler de genellikle beyaz, bej, mavi ya da baklava desenli olurdu. Dış görünüşümü desenli yelekler, -bana göre- havalı çoraplarla ve genellikle giydiğim kahverengi botlarımla ya da Sperry'lerimle tamamlardım.

"Sadece buradaki insanlar biraz farklı ve biz de yapabildiğimizin en iyisini yapıp buraya uyum sağlamaya çalışmalıyız. Anlıyor musun?"

"Anne ben giyinişimden memnunum, lütfen." Üfleyerek yalvardım.

Kafasını salladı ve özür dileyen bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. Üzerimi düzeltirken gözüm saate takılmıştı. Ona yanaktan bir öpücük verip gitmem gerektiğini söyledim. Dikkatli yürümemi ve iyi bir gün geçirmemi söylemişti karşılık olarak. Louis'ye rastlayacağıma göre böyle bir şey olması mümkün değil diye düşündüm kendi kendime.

Kapıdan çıktım ve okula doğru yürümeye başladım. Evlerin yanından geçip gidiyordum, Louis'nin evini görene kadar. Bir dakikalığına durup ne kadar sade ve güzel olduğuna bakmaya başladım. Yüksekliğine ve genişliğine bakılırsa muhtemelen 1,800 m2 olmalıydı. Oldukça sağlam tuğla-

"Ne halta bakıyorsun sen?" Bir bağırma duymuştum.

Louis tedirgin ve sorgulayıcı gözlerini üzerimde tutarak mesafeli bir şekilde bana doğru yürümeye başlamıştı.

"Ah, üzgünüm. Ben sadece evinizi takdir ediyordum." dedim ufak bir panikle.

Louis bana alaylı ve acıyan bakışlar atıyordu.

Opposites Attract (Türkçe)Where stories live. Discover now