yirmi üç saat elli yedi dakika »final

2.2K 226 101
                                    


Gülüyordu. Sadece, içten bir şekilde gülüyordu.

Olanlara inanamadığından veya fazla sevinçli olduğundan gülüyor olsa gerekti.

Mavi gözlerinin etrafı gülerken hafifçe kırışmıştı.

Kafasını hafifçe arkaya yatırmıştı.

Gülmek ona yakışıyordu.

Kabarık saçlı kız da ona uyarak gülmeye başladı.

Olmuştu.

Sonunda, yıllardır birbirlerine karşı hissettiklerini söyleyebilmişlerdi.

"Çok,"dedi kızıl saçlı çocuk, kollarını kızın minyon bedeninin çevresine sararken. "çok güzel gülüyorsun. Hep gül." dedi kıza sıkıca sarılırken. Onu bırakmaya niyeti yok gibi gözüküyordu.

Limon çiçeği gibi kokuyordu çocuk.

Hermione bu kokuyu, onun kokusunu daha önce milyon kez duymuştu, evet, tabii ki.

Ama ilk kez, onun kokusunu içine bu kadar rahat çekebiliyordu, en derinine, özgürce.

Neden bu kadar güzel kokuyordu ki?

"Artık buradan çıkmak istemiyorum sanırım."diye mırıldandı kızıl saçlı çocuk, kız da kollarını onun etrafına dolarken.

Kimse gördüğü en güzel rüyadan uyanmak istemezdi ya, işte öyle bir şeydi.

Kız bu sözlerin üzerine utanarak yüzünü onun göğsüne gömdü, ardından aklına gelen fikirle gülümsedi.

"Ve ben de, artık zamanı saymak istemiyorum. Burada kalmak, seninle baş başa olmak istiyorum."dedi ve kollarını kızılın etrafından ayırıp geri çekildi.

Çocuk, onun ne yaptığını izlerken masaya doğru yürüdü. Ron'un eskimeye başlamış saatini eline aldı, tersine çevirdi. Tırnaklarını birleşme yerine geçirip zorladı. Açılacak gibi duruyordu.

Ron'un neden basit bir muggle saati taktığını anlamamıştı gerçi.

Tırnaklarını biraz daha geçirince, arka kapağı açıldı ve onu tutamadan yere düştü.

Saatin küçük pilini çıkarmadan önce, son bir kez saate baktı ve geçen süreyi, onun da duyabileceği bir sesle söyledi.

"23 saat, 57 dakika olmuş, Ronald."dedi ve onun gözü önünde saatin pilini çıkardı. Ardından saati masaya geri bıraktı.

Artık saati de bilemeyeceklerdi.

Onları, dış dünya ile bağlayan hiçbir şey kalmamıştı.

Onlar, birbirine yeterdi.

Kızıl saçlı çocuk, kollarını iki yana açtı ve yüzünü kaplayan bir gülümseme ile kızın ona gelmesine bekledi.

Hermione, çocuğa geri yürüdü ve ona tekrar, sıkıca sarılırdı.

Artık buradan çıkmayı hiç mi hiç istemiyordu. O da, Ron da.

Ron, kızın saçları üzerine minik bir öpücük bıraktı ve kızı daha da kendine çekti.

Onlar istemedikçe, kimse onları buradan çıkartmazdı.

Yani, en azından öyle umuyorlardı....

*

"Bay Slughorn, lütfen, bir an önce bana şu mühim iksiri gösterir misiniz artık?" diye bıkkınlıkla sordu Minerva. Saçlarını her zamanki gibi sıkıca toplamış, melun şapkası altına gizlemişti.

"Oh, lütfen bana Horace de, Minerva!"diye konuştu adam, ellerini göbeğine koyarak gülerken.

McGonagall, ona göz devirip kendi kendine sıkıntıyla mırıldandı.

"Keşke siz de bana Bayan McGonagall deseydiniz." ama yanındaki adam onu duymamıştı zaten.

Zindanın kapısına gelince Slughorn alçak sesle, koyduğu parolayı mırıldandı.

"Ökse Otu Çiçeği."

McGonagall, onun koyduğu bu şifreye göz devirmeden edemedi.

Bay Slughorn, sabah yanına gelip yeni buluşu olan bir iksirden bahsetmişti.

Eh, Minerva'nın da çok ilgisini çekmişti bu yeni formül.

Demir kapı, sessizce geriye doğru savrulurken, McGonagall gördüğü görüntüyle şaşkınlıkla bakarken, Slughorn ellerini birbirine çırparak gülümsemişti.

"Mr Weasley, Miss Granger?" diye şaşkınlıkla soludu kadın.

Onları burada, birbirlerine sıkıca sarılırken görmeyi beklemiyordu açıkcası.

Ron ve Hermione, ya da daha doğrusu Ronald ve Mione, adlarının seslenilmesiyle ayrılıp kapının önündeki iki tanıdık siluete bakakaldılar.

Hayır yani, onlar buradan çıkmak isterken kimse gelmemişti, nereden baksalar bir gün boyunca...

Onlar burada kalmak istemeye başladıkları andan üç dakika sonra, nasıl olmuştu da, bu zindandan kurtuluşları, kendi ayakları ile, onlara gelmişti? Neden?

"Şey,"dedi Hermione, boğazını temizledikten sonra. Ron'un elini sıkıca kavramıştı, bırakmaya niyeti yokmuş gibi duruyordu. Bu ne McGonaGall'ın, ne de Slughorn'un dikkatinden kaçmamıştı.

"Biz, çıkalım öyleyse."dedi kız, başıyla profesörlerine selam verirken, diğer yandan da Ron'u çekiştiriyordu.

Kıpkırmızı kesilmişti kabarık saçlı cadı. Bir an önce buradan kurtulmak istiyordu.

Hafifçe Slughorn'a çarparak, dışarı çıktı. Ron da onun arkasından sürüklenerek.

Ama kız, anlaşılan bu kattan çıkana kadar rahat etmeyecekti.

Sonuçta, ilk kez başına böyle bir şey geliyordu.

"Iyi günler!" diye bağırdı Ron profesörlere ithafen, kapıdan çıktıkları anda.

Hermione ise bunun üzerine, tırnaklarını çocuğun avucuna geçirdi ve onu sürüklemeye devam etti.

Nasıl bu kadar gamsız olabiliyordu bu Weasley?

Dik merdivenlere gelene kadar, bir saniye olsun durmadılar. Yani Hermione durmayınca Ron da duramadı.

Kız, boşta kalan elini göğsüne koydu ve derin derin soluklanmaya başladı. da, ona bakmaya.

Bir süre sonra, bakışları kesişince, kahkahalar eşliği ile gülmeye başladılar.

Kız, kıpkırmızı kesilmiş yüzünü saklama amacı ile tekrar çocuğa sarıldı.

Ama atladıkları bir şey vardı:

Bütün bu olayları başlarına açan, her şeyin bu denli köklü değişmesine sebep olan o defteri almadan çıkmışlardı. Almadan!

yirmi üç saat elli yedi dakika » ronmione Where stories live. Discover now