18. BÖLÜM "Narin Papatyanın Sığınağı"

Start from the beginning
                                    

"Erdem aşağıdaymış. Yukarı çıkmayayım, dedi, seni bekliyor."

Gülümseyerek havanın epey soğuk olduğunu bilerek siyah, uzun paltomu alıp topukluları giydim. En azından bugün biraz olsun uzun görünebilecektim. Ama Erdem'le boy farkımıza etkisi olmayacaktı. Adam nasıl bir gen bulmuşsa almış başını gitmişti.

İkimizi karşılaştıran kaderin niyeti neydi?

Annem duaları okuyup yüzüme üflerken ben ağırdan çıktım kapıdan. Apartmanın kapısına vardığımda ise bir süre bekleyip derin bir nefes almam gerekmişti. Ancak ondan sonra kendimi hazır hissedip çıkabildim.

Soğuk hava sert bir şekilde yüzüme çarparken Erdem'in arabasına yaslanmış, soğuğu umursamadan ayakta beklediğini gördüm. Siyah takımı içinde o uzun boyla nasıl zarif ve karizmatik durduğundan haberinin olup olmadığını merak ettim.

Kafamın içi susmalıydı en kısa zamanda!

O umarsız davranıyor olabilirdi ama kızarmış yanakları ve burnu bedeninin durumdan pek de memnun olmadığını belli ediyordu.

"Sen niye dikiliyorsun? İçeride beklesene..." diye söylenirken gözlerinin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Beğenip beğenmediğini sormaya korkuyordum. Ama zaten paltomdan sadece elbisenin etek kısmı görünüyordu.

"Hiç nazik bir davranış olmazdı hanımefendi." deyip bana kapıyı açtığında kendimi içeri attım.

O da ellerini birbirine sürterek araca bindi. Arabanın içi sıcacıktı.

Yola çıktığımızda ikimizden de ses çıkmadı. Ondan tarafa bakmamak çok zordu. O takım nasıl durmuştu üzerinde öyle? Hep gündelik, rahat kıyafetlerle gördükten sonra bünyeme ağır geliyordu bu görünüşü.

Kendime onunla ilgili dürüst olma izni verdim. Karizması vardı, yakışıklıydı, bugün daha da yakışıklı olmuştu. Ama gülümsemesini istiyordum. Bu haline güzel bir gülümseme iyi giderdi.

Oh be! Rahatladım.

"Hava da soğuk..." diye mırıldandım. Sessizliğe dayanamıyordum. Erdem'in bu sessiz haline hiç dayanamıyordum. Hadi beni anladım da bu adam neden gergin duruyordu? Neden dut yemiş bülbül gibi susuyordu?

"Evet. Ama normal tabi... Kıştayız halen."

Çok güzel sohbetimiz vardı doğrusu. Ben de telefonumu çıkarıp oynamayı seçtim. Bu gerginliği tamamen üstüme alıyordum. O da görünüşümle ilgili hiçbir yorum yapmayarak beğenmediğini hissettiriyor ve gerginliğimi katlıyordu.

Sonunda davetin olacağı otele vardık. O ana kadar da birkaç genel konu dışında konuşmamıştık. Kendime rahatlama telkinleri versem de Erdem'le yan yana yürürken hiçbirinin faydası olmuyordu.

Girişteki görevliyle konuşa görevi Erdem'indi. Ben de kasılmaktan ortadan ikiye ayrılmamak için direniyordum. Yanımızdan geçen ışıltılı kadınlara göz gezdiriyor ve onların yanında epey sönük kaldığımın bilincine varıyordum. Hepsi zenginlik içinde büyümüş asil insanlarken ben daha elimi nereye koyacağımı bilemiyor oluşumun utancını yaşıyordum. Sırtımı dikleştirip kendimden emin durmaya çalıştım. En azından rol yapabilirdim.

Göz kamaştıran salona girdiğimizde bir görevli paltolarımızı aldı. İster istemez o kalabalıkta acaba bizim paltolarımız karışır gider mi, diye düşündüm. Sonra kendi düşünceme güldüm. Bu kadar organizasyon yapan adamlar bunu düşünmeyecekti sanki.

Erdem'in bakışlarını üzerimde hissetmem de tam kendimle alay ettiğim o ana denk geldi.

"Niye gülüyorsun sen öyle?"

ORTA ŞEKERLİWhere stories live. Discover now