14. BÖLÜM "Bir Tuhaf His"

Start from the beginning
                                    

"Yeter!"

Yanlış anlaşılmasın, bu tepkiyi veren ben değildim. Fulya'ydı. Sabahtan beri sesini çıkarmadan işini yaparken birden çıkışı herkesi şaşırtmış gibi görünüyordu.

"Bu ergen atışmanızı mesai saatleri dışında yapsanız diyorum?" derken gözlerini Erdem, Ozan ve benim aramızda dolaştırıyordu. Kaşları çatıktı ve sarı, yeşil karışımı gözleri ürpertici bir ışıkla parıldıyordu. Öfkeli olduğu çok açıktı. "Mola saatinde değiliz. Yetişmesi gereken siparişler var ve siz burada laklak peşindesiniz!"

Ozan kaşlarını kaldırdı ve alaycı bir surat ifadesi takındı.

"Buranın Hitler'i değişmemiş. Mesai saati ve çalışmak dışında kelime biliyor musun diye merak ediyorum!"

"Senin de çalışan insanları meşgul etmekten başka bir şey bilip bilmediğini merak ediyorum! Yurt dışında nasıl geçiniyorsun gerçekten?"

Erdem'le birbirimize baktık, gözlerimdeki soru işaretlerini görmüş olacak ki omuzlarını silkti.

"Ben gayet başarılı bir insanım gördüğün üzere. Burada sıkışıp kaldığına göre başarısını sorgulaması gereken kişi belli!"

Birden ölüm sessizliği oldu ortalıkta. Fulya önündeki tezgâhta duran uzun bir kepçenin sapını sert bir hamleyle kavrarken öldürücü denebilecek bakışlarını Ozan'ın üzerinden çekmiyordu. Ozan ise elini ağzına götürüp birkaç adım geriledikten sonra pek de duyulmayacak bir şekilde mırıldandı.

"Beni yiyecek. Bu yılan gözlü canavar beni ham yapacak!"

Fulya başını yanına eğdiğinde duyduğunu anlamıştım. O sırada Ozan'ın cebindeki telefondan ses geldi, Ozan çıkarıp baktı.

"Hitler 2 yani ağabeyim beni çağırıyor. Öğlen ana yemek niyetine sunulmamak için gidiyorum. Seninle sonra görüşürüz." deyip yanağımdan makas aldıktan ve Fulya'ya da dil çıkardıktan sonra hızlı adımlarla çıktı.

Erdem bana çatık kaşlarla baktığında suç işlemiş çocuk gibi hissetmiştim.

"Gelir gelmez kaşınmaya başladı..." diye mırıldandığında ise aralarında ciddi anlamda çekişme olduğunu hissetmiştim.

Fulya'ya baktığımda da Ozan'dan hoşlanmayan listesinde sadece Erdem olmadığını görebiliyordum. Erdem de rahat bir insan olsa da Ozan onu bile aşıyordu tavırlarıyla.

Yanağıma elimi bastırdım, gerçekten canımı yakmıştı. Patronun kardeşi kontenjanından yararlandığı için ona sert çıkamıyor olmaktan da hoşlanmıyordum ama bam telime basarsa bunun bile bana işlemeyeceğini biliyordum.

Bu düşünceleri kafamdan atmak için uğraşırken Erdem'e döndüm.

"Sen ne soracaktın?"

"Ne soracaktım?" diye ciddi ciddi baktı bana ama sonra anlamış olacak ki kaşlarını kaldırıp "Hııı..." diye işaret parmağını burnuna dokundurdu. Onun gibi iri yarı bir adamda tuhaf bir hareket olsa da hoşuma gittiğini hissediyordum. "Unuttum ne soracağımı. Hatırlarsam gelirim." dedikten sonra dişlerini göstere göstere gülümsedi. Bu sefer çekinmeden gözlerimi devirdim.

Normali beni bulmazdı ki!

Odama gitmek için hızlı adımlarla ilerlerken bu sefer varmadan önce sinsi sinsi arkamdan yaklaşan Erdem'i fark edebilmiştim.

"Sen alışkanlık yaptın ama bunu..." dedim ellerimi belime yerleştirip hesap soran bir ifade takınmaya çalışırken. Az önceki gülümsemesi hala yerindeydi.

"Ne yapayım, şu kıvırcık saçlarını savura savura paytak bir yürüyüşün var. Bir de bazen ellerini birbirine vurup şarkı mırıldanıyorsun. O hallerini izlemek hoşuma gidiyor..." dediğinde ne cevap vereceğimi şaşırdım. Ne anlama geliyordu bu sözleri? Dalga mı geçiyordu?

Yanaklarımın kızardığını hissettiğimden hemen yüzümü çevirip odanın kapısına ilerledim.

"Sorularını mı hatırladın?"

Ben kapıdan girerken o da hemen arkamdaydı.

"Yok ama başka bir şey soracaktım." Yüzünü görmesem de ses tonunun ciddileştiğini fark ermiştim. "Ne zamandır soracağım, fırsat olmuyor. Şu Cem denen çocuk, rahatsız ediyor mu seni? Çıktı mı tekrar karşına?"

Şaşırarak döndüm arkamı. Yüzüne bakarken sorusunu anlamlandırmaya çalışıyordum.

"Hayır da... Neden soruyorsun ki?"

"Neden sorayım? Eğe öyle bir şey olursa gerekeni yapacağım."

Başımı yana eğdim kaşlarımı çatarken.

"O zaman yardım ettiğin için teşekkürler ama bu senin meselen değil. Zaten o öyle sürekli rahatsız edecek biri de değil, gördün."

"Ne demek benim meselem değil? Tabi ki öyle! Bir kere bulaştım sonuçta, artık dışında kalamam. Eğer bir sorun yaşarsan bana geliyorsun, yoksa bozuşuruz." derken işaret parmağını üçük çocuk azarlar gibi sallamıştı yüzümün önünde.

Ona kızamadım.

Her zaman kendi ayaklarım üzerinde durmaya çalıştım. Birine muhtaç olmak, başkalarına bağımlı hale gelmek istemedim. Yardıma ihtiyacım olan zamanlar elbet oldu ama yine de elimden geldiğinde bir şeyleri başarmaya çalıştım. Hele de bir erkeğin koruyuculuğunu hiç aramadım, babamdan başka.

Ama hiç kimse de bana onun verdiği güven hissini vermemişti. Hiçbir zaman o yaşarken hissettiğim güven, huzuru bulamamıştım. Şimdi Erdem benimle böyle konuşurken o hissin geri döndüğünü tuhaf bir biçimde hissediyordum. Tanıştığımızdan beri benim için yaptıklarını –ben izin vermesem de- düşündüğümde o his güçleniyordu.

Bu zayıflamaya başladığımı mı gösteriyordu? Başka biri tarafından korunuyor olmanın bana iyi hissettirmesi?

Şimdi korkuyla karışık bir huzursuzluk almıştı yerini.

Masama ilerledim söyleyecek bir şey bulamayarak. Kafam karmakarışıktı. Çekmecemi açtım ve birkaç lolipoptan birini Erdem'e uzattım, önce şaşırdı, sonra gülümsedi. Bense bu hareketi neden yaptığımı bile bilmiyordum.

"Sürekli bunlardan mı tutuyorsun el altında?" paketi açıp lolipopu ağzına atarken.

Omuzlarımı silktim.

Bu da babamın bana bulaştırdığı bir alışkanlıktı. Çocukluğumda annem dişlerim çürüyecek diye izin vermese de babam gizli kapaklı elime tutuşturuverirdi her gün. O ölünce bırakmıştım, onu hatırlatıyor diye. Ama geri dönmüştü bu alışkanlık ben ne ara olduğunu fark etmesem de.

"Enerji kazan diye. Hadi bakalım, işinin başına!"

Bana gülümsedi ve tuhaf bir hareketle dönerek çıktı.

Bense arkasından bakakaldım. Erdem... Çevremdeyken tuhaflaşıyordum.

 Çevremdeyken tuhaflaşıyordum

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
ORTA ŞEKERLİWhere stories live. Discover now