YİĞİT MUVAHHİDLERİN ÖYKÜSÜ 11

318 27 1
                                    


Bunca insan umut dolu gözlerle bir kapının açılmasını bekliyordu. Ne ilginç! Yaşlı anne babalar, genç gelinler, hayattan habersiz küçük yavrular... Evet, evet hepsinin gözlerinde aynı ışıltı, aynı umut. Yıllar bu umut ve sevda dolu bekleyişleri, hasret yüklü bakışları eskitememişti. Kim bilir kaç defa kapı boyanmış, rengi değişmişti. Salondakilerin dikkatini dahi çekmemişti. Onları tek ilgilendiren kapının aralanması idi.

Nesibe Hanım da bu umudu taşıyanlardan biriydi. Bu duyguyu yıllardır yaşıyordu. Yavrusu daha genç bir delikanlıyken bu mekana girmiş, şimdi kırkına merdiven dayamış bir ihtiyar adayıydı. Akrabaları evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı. Onların çocuklarını kendi torunları gibi seviyordu.

Bugüne dek halinden hiç şikayet etmemişti. Allah'a teslimiyet ve tevekkülü tamdı. Üzülmemek... Bu pek mümkün değildi. Nihayetinde o bir anne ve beklediği ciğerinden bir parça, oğluydu.

- Anacığım boşuna hazırlandın daha on dakika var. Biraz bu küçük oğlunla ilgilen. Diğeri gelince beni unutuyorsun ne de olsa.

- Kıskandın mı?

- Eee yani. Ben iki yıl İstanbul da yattım. Ayda bir geldin. Muhammed abime her hafta geliyorsun.

- Öyle olur mu Mus'abım. Kurban olurum sana. Sen Türkiye'nin bir ucundaydın. Müsaade etse cemaat oraya yerleşecektim. Müsaade etmediler. Hem sen nasıl buraya geldin zannediyorsun, benim dualarım olmasa, zor, zor.

- Bir şaka yapayım dedim yine beni mahcub ettin Nesibe Sultan. Hiç olur mu? Sen bize hakkını helal et yeter. Baba yokluğu çektirmedin. Peşimizden şehir şehir dolaştın. Bir gün de şikayet etmedin, Allah (a.c) seni evimizden, başımızdan eksik etmesin.

- Dur, dur sesler geliyor, galiba geliyorlar.

- Mümkünatı yok ana. Şimdi gelseler beş dakika fazla görüş yapmış olacaklar. Devlet görüşten çalar ama fazla verdiği görülmemiştir. Ama bu devlet gafil bilesin anacığım. Ne yaparsa yapsın seni yıldıramaz.

Görüşler bir saat olarak belirlenmişti. Aynı şehirde olup görüşe gelen bir insanın yarım gün harcaması gerekiyordu. Cezaevi girişi ve çıkışında uygulanan gereksiz prosedürler bir saatte bitmesi gereken işlemleri yarım güne yayıyordu. Yakın şehirden gelenlerin bir günü, uzak şehirlerden gelenlerin birkaç günü yollarda geçiyordu. Bu devletin yıldırma politikalarının bir parçasıydı. İçerden mahkumu türlü hak ihlali ve zorluklarla yıldırmaya çalışıyorlardı. Hedef, kişinin yaşam tarzını değiştirmesini, bulunduğu yapıdan ayrılmasını sağlamaktı. Dışarıda yapılanlar da bu politikanın bir parçasıydı. Aile ve yakınları mağdur edip yıldırmak, ziyaretçilerin şikayetlenip mahkumun moralini bozması, psikolojik olarak yıpratmak, ailelerin çocuklarını zindana uğrama ihtimali olan hareketlerden uzak tutmasını sağlamak içindi tüm bu uygulamalar.

Bilinçli aileler kafiri tanıyorlardı. Onun mü'minleri imanından döndürmek için gece gündüz demeden tuzaklar kurduğunu Rabblerinden öğrenmişlerdi. Yaşadıklarının imtihanın bir parçası olduğunu, her zorluğun ecir ve nimet olarak onlara geri döneceğinin şuuruyla teselli oluyorlardı. Bunu zindan ehline yansıtmaları söz konusu olamazdı. Dar mekanı daraltmanın, eli kolu bağlı insanın kendisini daha da aciz hissetmesini sağlamanın anlamı yoktu.

Asıl sorun, ziyaret ettiği tutukluyla aynı inanç ve davayı paylaşmayan ailelerdi. Bunlar gördükleri tüm sıkıntıları mahkumlara yansıtıyor, morallerini bozuyorlardı.

YİĞİT MUVAHHİDLERİN ÖYKÜSÜWhere stories live. Discover now