YİĞİT MUVAHHİDLERİN ÖYKÜSÜ

2.3K 90 7
                                    

Gözünü ilk açtığında yaşadığının farkına varın­caya dek geçen süreyi seviyordu. Yine aynı şey olmuştu. Yeni bir güne uyandığını fark etti. Sanki tekrar uykuya dalmak istiyor, yeni bir günü yaşamak istemi­yordu. Her gün aynı şeyleri yapıyordu. Uzun zamandır yaptığı tüm işlerden nefret etmeye başlamıştı. Sabah uyanıp odasından çıktığı ve tekrar odasına dönüp yalnız kaldığı an onun kâbusuydu. İlk zamanlar kendi ailesi­ni bu kâbusa dâhil etmese de, yaklaşık iki yıldır onlarla geçirdiği her anı da kâbusun parçası olarak görüyordu. Hiçbir şeye dair güzel düşüncesi yoktu. En mutlu olu­nabilecek anını dahi düşünceleriyle zehirliyor, onun de­yimiyle kâbusunun parçası kılıyordu.

Bir boşlukta hissediyordu kendini. İçi daralıyor mi­desi kasılıyordu. Kaçıp gitmek istiyordu. Sadece yalnız kalmak. Ama zor. Ne böyle bir cesareti vardı, ne de ken­di kâbusu dışında yaşama becerisi.

Ayla Hanım'ın, Hakan'ı uyandırmak için kapıyı aç­tığında her zamanki gibi sevecenliği üstündeydi. Ha­kan'ın uyanmış olduğunu görünce, tebessüm ederek;

- Hayırlı sabahlar oğlum, dedi. Hakan memnuniyet­sizliğini çağrıştıran bir edayla:

- Tamam, tamam kalktık, diyerek güne başlamış oldu.

Ayla Hanım, ev kadınıydı. Ahmet Bey ile evleneli yıllar olmuştu. İkisi de şehrin eşrafından ailelerin ço­cuklarıydı. Görücü usulüyle evlenmişlerdi. Otuz yılı aş­kın bir evlilikleri vardı. Üç çocuk büyütmüşlerdi. Mad­di durumları çok iyiydi. Evlerinde sıcak ve samimi bir aile ilişkisi vardı. Tabi Hakan müstesna. İlk zamanlar Hakan'ın bu durumu onları olumsuz etkilemişti. Onun­la konuşmaya çalışmışlar, tatile yollamışlar, hatta onu evlendirmeyi dahi düşünmüşlerdi. Psikolojik destek alması için uğraşsalar da "Ben deli miyim?" diyen Ha­kan'ın itirazlarını aşamamışlardı. İnsanoğlu bu ya. Her şeye zamanla alışıldığı gibi, onlar da buna alışmışlardı. Yemekler dışında Hakan'ın onlarla oturmayıp odasında vakit geçiriyor oluşu da alışma sürecini hızlandırmıştı. İlk zamanlar kendisine duyulan ilgiden rahatsız olan Hakan, şimdi de kendisinin bu haline rağmen onların mutlu oluşlarından rahatsız oluyordu. Herkes mutsuz olmalı hiçbir şeyden zevk almamalıydı. Hele ki ortamda kendisi varsa...

Lavaboya gitmek için odasından çıktığında, babası­nın ve iki kardeşinin kahvaltı için sofrada hazır olduk­larını gördü. Sesleri, neşeleri, samimi sohbetleri canını iyice sıkmıştı. İşini bitirip mutfağa geldiğinde, Ayla Hanım çayları doldurmak için yerinden kalktı. Hakan hiç konuşmadan masaya oturdu. Kız kardeşi konuşmak için çabalasa da, o da aldığı kısa cevaplardan sonra sus­tu. Aile efradı bir yandan kahvaltı yapıyor, bir yandan sohbet ediyordu. Ayla Hanım onları dinliyor gibi gö­rünse de mutsuzdu. Hakan'ın bu haline çözüm bulama­yışları, onu oldukça düşündürüyordu. Babası ve kardeş­leri de elbet onun bu haline üzülüyorlardı; ancak eskisi gibi bunu dert edinmiyor, çözmek için çaba harcamı­yorlardı. Ayla Hanım ise korkuyordu. Televizyonda her intihar haberi duyduğunda, içini anlam veremediği bir sıkıntı kaplıyordu. Her namazda oğlu için dua ediyor­du. Defalarca konuşma girişiminde bulunmuştu. Ama Hakan onu beton gibi karşılamıştı.

Kahvaltı bitmiş, işe gitmek için son hazırlıklar yapı­lıyordu. Ahmet Bey Hakan'ın yanına doğru ilerledi.

- Oğlum, Demircan Şirketi ödemede sorun çıkardı. Yüz yüze görüşmek istemişler. Benim de abinin de işi var, giderken seni bırakalım da konuş Recai Bey'le, prob­lemi öğren. Oradan geçersin işe. Olur mu?

- Olur, tamam.

- Sen sadece dinle, anlamaya çalış. İstekte falan bulu­nursa babama iletirim dersin.

YİĞİT MUVAHHİDLERİN ÖYKÜSÜWhere stories live. Discover now