13. BÖLÜM "Kısa Boy, Uzun Dil"

En başından başla
                                    

Lokantaya en sonunda vardığımda mutfaktan hışımla girdim. Geçen gün nerede olduğumu soracak olanlar da o tavrımla sessiz kalmışlardı büyük ihtimalle. Çünkü soru soran bakışlarını ve sessizleşmelerini fark etmiştim. Bense hala sinir küpü gibiydim. Mutfaktan geçerken Erdem hemen laf atma çabasına girmişti.

"Hey! Büc-"

"Sakın tamamlama o lafı!" diye bağırdım işaret parmağımı sallarken. Söz dinleyip susması da iyi olmuştu. Ben hızlı adımlarla odama vardığımda da arkamdan gelmeyişi sinirli olduğumu anladığını ve üzerime gelmemeyi seçtiğini gösteriyordu ki buna şükretmiştim. Zaten bir açıdan yoldaki adamla tartışmama o sebep olmuştu. Birikmiş öfkemi Erdem'e kusmak istemiyordum. Hele de kötü hissettiğim anlarda yanımda olup bana iyi geldiği düşünüldüğünde...

Birikmiş işlerime kendimi verip öfkemi de sindirdikten sonra biraz kafa dağıtmak için mutfağın yolunu tuttum. Fulya'nın yanında aldığım soluğu. Yemek yapmaya odaklanmıştı.

"Ne kadar da güzel pişiyorlar..." dedim sohbet açma çabasıyla tavada kızaran soğanları işaret ederek.

"Evet, yağ ile beraber ocağa koyduğunda bu olur, pişer."

Yılan yeşili bakışlarındaki hiddeti görmezden gelmeye çalışsam da ter cevabı beni bozmuştu. O kadar zaman geçmesine rağmen hala beni kabul edemiyor olmasını anlamıyordum.

"Doğru... Ama sen çok iyi yapıyorsun bu işi." deyip överek aramızı yumuşatmaya çalışsam da Fulya pek de o çabada değildi.

"Burada çalışıyorsam işimi iyi yapmalıyım değil mi? Aşçılık benim işim ve iyi yemek pişirmeliyim. Herkes kendi işini iyi yapmalı."

Sesindeki imayı görmezden gelmem mümkün olmadığından hafifçe öksürüp yanından ayrıldım. Japon arkadaşların kesinlikle iyi geleceğini biliyordum. Harıl harıl suşi yapmakla meşguldüler. Bir sanat eserini oluşturuyor gibi dikkatli ve odaklanmış halde olduklarından ilişmek istemedim. Bir de yeme teklifinde bulunmaları riskini alamadım. Yaşadığım Wasabi faciası hafızamda tazeydi ve suşiyi görür görmez bile midem bulanıyor, gözlerim yaşarıyordu.

Benim oralarda dolandığımı gören Erdem ilk başta sessiz kalmıştı ki sonunda laf atmadan duramadı.

"İşsiz misin sen?"

"Sadece kafa dağıtıyorum..." diye homurdandım.

"İlgi bekleyip ebeveynlerinden yüz bulamayan çocuklara benziyorsun..." dedi sırıtarak. Doğru diyordu, aynen öyleydi. Surat asıp sırtımı çevirdim.

"Gel buraya gel... Gel hadi, inat etme, yemek tattıracağım sana."

Başka bir şey teklif etse suratımı asmaya devam ederdim ama Erdem'in yemekleri söz konusu olunca akan sular duruyordu. Adam işini iyi yapıyordu, ben ne yapayım?

Hala tavırlı gibi davransam da hevesimi gizleyemeden koştum yanıma. Yine sanat eseri gibi görünen, patates püresiyle süslenmiş adını bilmediğim yemekten bir çatalı uzatırken çocuk gibi uzatmıştım başımı. Tadı alır almaz da kendimden geçmiştim tam anlamıyla! Bu adam neden bu kadar iyi yapıyordu yemekleri? Sihir gücü falan mı vardı? Anlamıyordum!

"Seni yemeklerimi yerken izlemek, o yemekleri yapmaktan daha zevkli..." diye mırıldandığında az daha boğuluyordum.

"Ne demek o?"

Yandan bir gülümsemeyle tek omzu silkti, şaşkınlıkla bakarken ne olduğunu anlamıyordum. Kendi kendine bir iletişim kurmuş, bir şeyler söylemeye çalışmış gibiydi ama ben bunu bir kalıba oturtamamıştım. Onun tuhaf bakışlarından kaçmak için yüzümü çevirdiğimde mutfağın girişinden ağır adımlarla konuşa konuşa gelen iki adama takıldı bakışlarım. Biri Onur Bey'di ama o sırada beni şoka uğratan yanındaki adamdı. Bu sabah çarpıştığım o devden başkası değildi!

ORTA ŞEKERLİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin