Bölüm 21 • Eski Biri

946 78 17
                                    

Bölümüz geldi. Bazı yerleri içime yoğun miktarda sinmese de daha fazla bekletmeye lüzum görmedim sizleri. Sizi bölümle baş başa bırakmadan önce bir öneride bulunmak istiyorum. @fatmanurselcin adlı kullanıcının AĞ adlı hikayesini gözden geçirmek istersiniz belki.İyi okumalar...

.:: Feridun Düzağaç - Kül ::.

Marmara'ya karışan kar tanelerini izlerken hüznüme katılacak en büyük hüzünleri katıyorum elimde olmadan. Saatler önce buraya geldiğimde hava bu kadar soğuk değildi. Üzerimde beni soğuktan koruyacak hiçbir şey yok. Üşüyorum bu yüzden. Gitmem gerekiyor ama gidersem insanlara rastlayacağım istemsizce. Bana sorular soracaklar ve ben cevaplayamayacağım. Bundan kaçışım yok ama bir süre saklanabilirim. Buraya, soğuk sahildeki bu banka...

* * *

Orada iliklerime kadar üşümeme yetecek kadar oturduktan sonra oldukça geç bir saatte eve döndüm. Yanan ışıkların anlattığı kadarıyla, ne Arda uyumuştu ne de Rana. Anahtar deliği ve anahtarla uğraşırken kapı açıldı ve ikiside öylece yorgun yüzüme baktılar.

"Bu halin ne? Ne oldu?"

Halimi soran Rana başlamıştı cevap istemeye. Ne olduğunu ya da ne halde olduğumu bilmiyordum. Halim yoktu. Rana sorusunun cevabını susuşumdan almış olmalı ki bir daha yinelemedi sorusunu. Başka bir soru da sormadı. Geçmem için yol açtı sadece. İkisinin arasından sıyrılıp odama girdim. Yatağıma oturdum, düşündüm. Onu aramam gerekti. Arayıp bir şeyler söylemem ya da en azından sesini duymam gerekti.

Bu düşünceyle eş zamansa telefonumu çıkarıp Sadem'i buldum rehberde. Gülerken çekilen fotoğrafı belirdi ekranda. Arama sesi başladıktan hemen sonra ise bir melodi eşlik etti ona. Çantasını ve onunla birlikte telefonunu da burada unutmuştu Sadem. Uzanıp loş ışıkta zar zor görünen çantayı kendime doğru çektim. Telefonu çıkardım ve kendi kendimi reddettim. Ellerimi tekrar çantaya daldırdım. Birkaç kozmetik ürünü ile birlikte boyalar, kalemler ve iki defter vardı. Defterlerden resim için olanını elime alıp ayağa kalktım ve odamın ışığını açıp yere, duvarın dibine oturdum.

Ağrıyan gözlerimi Sadem'in elinden çıkmış her bir resmin üzerinde usulca gezdirdim. Sonra öteki defteri aldım elime, benim için yazdığı birkaç yazıya baktım. O, gri defterini okuduğum kızın defterini okuyordum yine. Yine onsuz kaldığım bir anda gönlüme işliyordum cümlelerini.

Hangisi daha ağır bilmiyorum. Var olmadığını bilmek mi yoksa var olduğu halde yanında olamaması mı? Karşılaşınca ne yapacaktık mesela. Yanımda öyle geçip gidecek miydi? Beni görmezden mi gelecekti yoksa zaten görmeyecek miydi? 18 yaşındaki ben gibi bu beni de unutursa eğer ben de kaybederdim kendimi.

Yeniden ağlamaya başlayınca ışığı kapattım karşıdaki aynadan kendimi görmeyeyim diye. Hemen ardından yanımdaki kapının açılması ve koridordaki ışığın odama dolması bir oldu. Rana içeri girip kapıyı biraz açık bıraktı ve usulca yanıma oturdu.

"Bakma bana, ağlıyorum."

"İstediğin kadar ağlayabilirsin."

"Ağlamak istemiyorum... Ağlamak acizliktir. Erkekler ağlamaz ve ben artık ağlamak istemiyorum. Mutlu olmak, ağlamak istemiyorum."

"İyileşeceksin Selim, iyi hissedeceksin. Şimdi biraz kapat gözlerini. Yorgunluğunla birlikte çıksın acılarında..."

Rana... Bana şefkatle sarılan kadınlardan biri.

Canımın acısını azaltmak içindi sarılışı ama o sarılınca daha beter hissederdim her seferinde. Fakat bu sefer nasıl hissettiğimi bilmiyordum. Sadece canımın acıyışı, üzüntü ya da hüzün değildi bu. Betimleyemediğim, adlandıramadığım hisler dönüyordu dört odalı kalbimde. Üstelik sadece kalbim değildi acıyı taşıyan. Damarlarımda, ciğerlerimde, iliklerimde, dudaklarımda, elmacık kemiklerimde ve hatta parmak uçlarımdaydı acı. Tek bildiğim, gözlerimin tuz dolu damlacıklarının yanaklarıma düşmelerine hakim olmam gerektiğiydi. Lakin bunu ardı ardına defalarca fısıldarken bile hakim olamıyordum onlara.

SademWhere stories live. Discover now