16. Bölüm (+18)

113K 2.9K 82
                                    

Merhabalar!

Upuzun ve dolu dolu bir bölüm oldu. Benim için biraz değişik bir yazı oldu. Cüretkâr yazmak için baya uğraştım diyebilirim. Umarım hem hikâyemize uygun hem de başaralı olabilmişimdir.

Ve... Yorumlarıyla beni musmutlu eden, sorduğu isabetli sorular ile hikâyemizin anlam ve derinliğini daha netleştiren okuyucularıma da teşekkür ederim!

Keyifli okumalar, sizi seviyorum!


***


Cesur, üzerindeki dar kesim siyah ceketi çıkarıp geniş çalışma masasının köşesinde düzensizce duran sandalyenin ahşap korkuluğuna astı. Ardından inci kadar beyaz, üzerinde tam oturan fakat pek de dar olmayan gömleğinin manşetlerindeki özel kol düğmelerini çıkararak, masaya bıraktı ve kollarını dirseklerine kadar sıyırdı. Böylece kollarındaki belirgin solgun mavi damarları esmer teninde kendini belli edercesine kabartılı hale geldi. Üstelik boynundaki damarları da kendini fazlasıyla belli ediyordu.

Hayalini kurduğu şeye dokunuyor muydu? Çoğu gece, geniş yatağında uzanarak uzun ve detaylı bir şekilde düşünmüştü içinde olduğu durumu fakat o hayaller bile o an için içinde tarifi mümkün olmayan hisler uyandırdığında bu hislerden hemen kurtulmak için balkonda soğuk rüzgârı hissetmişti. Tenini yalayarak geçen o esinti bile genç kızı düşünmesini engelleyememişti.

Cesur Yenerler, bir zamanın en belalı ama aynı zamanda en kibar insanı olabilen bir adamın oğluydu. Babasından ne görmüşse onu yapmayı dilerdi fakat 7 yaşında iken babasını kaybettiğinde ona yön gösterecek biri kalmamıştı. Tam o anda, bir sis dumanının içinde bilinçsizce ve ümitsizce kuruntularla dolanırken bir el onun küçücük yaralı kalbine dokunmuş, bir yol göstermişti. Cesur için o vakit, artık gideceği yolu seçme vaktiydi. Ve seçtiği yol babasının yolu olmuştu, Tuncel baba sayesinde.

İstanbul'a kan kusturmak nedir? Kendi kendine hep bunu sormuştu gençlik çağında. Bir yandan delice bir tutku ile intikam almak istiyor, diğer yandan babasının kibar yönünü tanıyarak büyüdüğü için bunun doğru olup olmayacağını aklında tartıyordu. Büyük bir boşluğa düşüp, kararsız kaldığı gün Tuncel babaya sordu sorusunu. Düşmana nasıl kan kustururum?

Alacağı cevabı aklında oluşturmuştu aslında. Fakat öyle bir cevapla karşılaşmıştı ki beklemediği bir cevaptı bu. Hınç dolu, intikam dolu, yemin dolu bir cevap beklemişti oysa. Aslında aldığı cevapta hepsi vardı fakat daha temkinli bir cevaptı. Şöyleydi;

"İnandığın dava uğruna, bu yolda kaba saba bir adam olmaktan çok beyefendi olacaksın. Herkes sana saygı duyarken, sen de saygı duyacaksın. Bir beyefendi iken aynı zamanda delikanlı olacaksın. Önce adam gibi adam olacaksın ki... Düşmanın kan kusacak, kendi kustuğu kanında boğulurken senin adamlığın baki kalacak. Önce iyi bir adam olmalısın ki, bir düşmana kan kusturmak için elini bile oynatmana gerek kalmayacak..."

Tuncel babanın sözleri tam da böyleydi. Bu yüzden Cesur kendi bildiklerinin hepsini unutup, kendine yeni aşılanan bilgilerin hepsine kapılarını açtı. Öğrenim döneminde tam bir beyefendiydi, sonrasında da adamlığından ödün vermemişti. Emelleri vardı, saygın ve kudretli biri olmak istiyordu ve bunun için birçok şeyden feragat etmişti. Aşk gibi... Bir kadın, bir sevgili gibi...

Hala bilgilere kapısı açıktı, hala bir beyefendi, hala bir adamdı fakat emelini gerçekleştirdiği için kalbini açmak istemişti. Ve o kararı aldığı gün sosyete dünyasının en gözde insanlarından Rima'nın davetine katılmıştı. Kararının ardından karşılaştığı ateş mavisi gözler, kalbindeki küçücük sızıntıdan içeriye girmiş ve içine küçük bir kıvılcımı düşürmüştü. Önce basit bir tutkuydu, sonrasında kor kızılı bir aşk çıkmıştı ortaya. Minel'e âşık olduğunu anlamıştı, bilmişti fakat bunu dile getirdiğinde o büyünün bozulacağını düşünerek hep içinde saklamıştı... Hala da saklıyordu.

KOR KIZILI #wattys2022Where stories live. Discover now