꧁26 ~ Suyun Koruyucu Ruhu꧂

1.8K 142 15
                                    

《26. BÖLÜM》

Küçük bir çocuktu. Ağlayacak gibi duran, hassas yapılı bir çocuk, yolumuzun üstünde oturmuştu.

Mark'a doğru baktım. Nefes nefese görrünüyordu. Gözleri açık mı kapalı mı belli değildi. Yaralarının iyileşmesi önemli değildi, hepimiz çok kötü bir haldeydik ama o bizden daha da kötü bir haldeydi. "Burada duralım." Söylediğime katılıp durdular. Bizi tuzağa düşürenlerden kurtulduğumuzdan beri sessizdik. Aramızda pek konuşmamıştık.

Diğerleri atlarından inerken ben çoktan çocuğa yönelmiştim. Benden ürkmesi ve geri çekilmesi beni huzursuz etti. Bu küçük masum çocuk için bir tehdit değildik ama o bizi üstümüz başımız bu halde gördüğünden olsa gerek öyle sanmıştı. Bizi tanımış olmasını ve ona zarar vermeyecek olan o iyi yürekli yanımızı görmesini çok isterdim.

Yanına yaklaştığımda, görüntüsünün altındaki aç çocuğu çantamdan çıkardığım yemeğimle doyurmak istedim. Ona hiç bir şey sormadan yemesi için yemek ve içmesi için su verdim. Çünkü sormaya kalksam bana hayır diyeceğini biliyordum. Gerçekten yardıma ihtiyacı olan hiç kimse yardıma ihtiyacı olduğunu itiraf edemezdi.

Bu çocuğa bu kadar iyi davranmamın sebebi onun ve onun gibi küçük olan nicesini gölgelerden kurtarmaktı. Onlar için bir savaşa girmiştik. Savaşanlar her zaman evlatları için ve gelecek için karşı koyanlardı. Neden onu üzecektim ki? Her şey bittiğinde, savaş kazanıldığında -kazanılmasını diliyordum- ayakta duracak hali kalmalıydı. Bir çocuk parçalanacaksa, savaşa değer miydi?

Aç ve susuz oluşuyla ilgili bir şey demedi ve yemekle yetindi. Gözlerinin bakışları içinin ne kadar temiz olduğunu haykırıyordu. Tertemizdi. Bir çocuğun olabileceği en temiz haldeydi. Bu temizlik kalbinin temizliğiydi. Onu görüyordum. Sıska kolları yemeğini bitirince ilk defa sesini duydum. "Teşekkür ederim."

Ona cevap vermeye vakit bulamadan ondan beklemediğim bir hızla koşmaya başladı. Arkasından bir grup insan ellerinde mızraklarla ortaya çıktı. Atlarımız korkup etrafa kaçışırken yayımı sırtımdan çıkarıp bir ok yerleştirdim. Seçilmişler de aniden tıpkı benim gibi silahlarına davranmak zorunda kalmışlardı.

Benim çocuğa yardım etmemi bir dikkat dağınıklığı olarak mı kullanmışlardı? Bu çok adice planlanmış bir pusuydu. Pelerinimi kenara fırlatırken yayımı onlara doğrulttum. Biz çok yorgunduk, onlar ise kalabalıklardı. Etrafımız sarılırken bu kadar kişiye karşı seçilmişleri nasıl koruyabilirdim?

Grubun arkasından gelen yaşlı bir kadın; masum görünmekten uzak, sert hatlara sahip yüzüyle bize bakıyordu. Bakışları o kadar garipti ki bu zamana kadar bir sürü şey yaşayarak hayatını yıllardır kendi tırnaklarıyla kaza kaza yaşadığına inanmama neden olmuştu. Bastonundan destek alarak bir kaç adım daha attığında diğerlerinin de dikkatini çektiğini anladım.

"Silahlarınızı bırakın savaşçılar. Aksi takdirde çocuklarım sizi incitmek zorunda kalacaktır." O bize güzel bir tehdit savururken kendimi korumak adına silahımı elime aldığımı bildirmek istiyordum.

"Sadece çocuğa yardım ediyordum. Sizse çocuğa yardımımı kullandınız." Kadın kocaman gülümserken köylülerin elindeki mızraklar da bize doğrultulmuş, etrafımızdaki çember biraz daha daraltılmıştı.

"Bu sadece bir testti." Anlamıyordum. Birini denemek için bir çocuğun kullanıldığı ne gibi bir test olabilirdi ki? Kadın, akıl karışıklığımı anlamış olmalıydı ki konuşmaya devam etti. "Çocuğa verdiğin ilgi içindeki şefkati ve merhameti ölçmek içindi." Üzerimde o kadar büyük bir yorgunluk vardı ki akıl karışıklığım dikkatimi dağıtıyordu.

DOĞANIN ŞARKISI VE EFSANELERDEKİ DANSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin