11. Bölüm: Yalnızlık

19 9 1
                                    

"Yalnızlık tuhaf bir şeydi. Bir insana verilebilecek en harika ödül. Ve bir insana verilebilecek en berbat ceza.
Kafanı dinleyebileceğin sessiz ve huzurlu bir ortam. Ve derdini anlatacağım tek bir kişinin dahi olmadığı ıssız bir orman. Yalnızlık seni geliştirebilir ya da delirtebilirdi. Bu iki yol arasında seçimi yapan bizleriz. Her zaman bizlerdik. Ve her zaman bizler olacağız. Kendine ne istediğini sor. Cevabını düşün, hayalini kur. Etrafımdaki sesleri duy. Bunlar senin hayallerinden gelmiyorlar, bu sesler gerçekliğe ait. Ve her biri birer çığlık gibi kulağında ötüyor. Hayallerin darmadağın halde. Bunun sebebi etrafındaki sesler. İnsanlar. Şimdi yalnızsın. Sessiz ve bir başınasın. Şimdi hayallerine dal. İşte şimdi oradasın. Derin bir nefes al. Orada olduğunu hisset. Şimdi hayallerinin tadını çıkar. Eğer hayal kurmaya az biraz yeteneğin varsa yalnızlık sana zevk verecektir. Ancak insanlar sana bir cehennemden farksız gelecektir."

Otobüs okula vardığında dinlediğim podcasti durdurdum. Çantamı omzuma takıp otobüsten indim ve doğruca okula ilerledim. Ancak birisi bileğimi tuttu ve beni durdurdu. "Selam, naber?" diye sordu Minho.
"İyi. Sağol. Sen?"
"Şey dün kabalık ettim sanırım." dedi. Parmakları hala bileğime dolanmıştı. Gözüm elimize kayınca bileğimi bıraktı.
"Sorun değil." dedim.
"Peki." dedi dudaklarını birbirine bastırıp. "Dün yarıda kalan dersi bugün tamamlamaya ne dersin?"
Başımı salladım. "Bana uygun."
"Güzel. Eee...o zaman okul çıkışında görüşürüz." dedi geveler gibi.

Okul çıkışında her zamanki gibi doğruca eve gitmek yerine önce bir markete uğradık ve biraz atıştırmalık aldık.
Aldığımız atıştırmalıkları bir tabağa aldı ve tabağı masaya, ikimizin arasına, koydu.
Ben kitabımı çıkarırken sandalyesini bana iyice yaklaştırdı. Vücut ısısını bile hissedebiliyordum. Kolu hafifçe koluma değse bile ikimiz de sabit durduk. Kalemimi ve diğer şeyleri çıkardıktan sonra kitabımı açtım ve en son kaldığımız soruyu sessizce okumaya başladık. Soruyu çözerken elini masanın altına aldı ve o esnada elinin hafifçe bacağıma değdiğini hissettim. Yanlışlıkla yaptığından emindim ama yinede garip hissettim. Çok geçmeden elini masanın üzerine çıkardı ve tabaktan bir adet bisküviyi ağzına attı. O bağazını temizleyene kadar soruya boş boş baktığımı farkında bile değildim.
"Ne oldu, dalıp gittin?" dedi.
"Soru kafamı karıştırdı." diye yalan attım. Soruyu düzgünce okumamıştım bile. Kalemimi eline aldı ve soruyu anlatmaya başladı. Kalemimi tutan elini inceledim. Kemikli ve damarları belirgindi. Uzun ve ince parmakları vardı. Ve ben neden ona bakıyordum? Soruya döndüğümde o çoktan işlemleri bitirmişti.
"...Bu durumda da alanı 1675 cm² oluyor."
"Hı-hı. Anladım." dedim.
"Güzel." dedi ve bir sonraki soruyu çözmem için kitabı önüme itti. Sonra bana bir bakış attı. "Bugün dalgın gibisin."
"Aslında değildim. Ama artık öyleyim."
Güldü. "Ne yani, o kadar kötü mü anlatıyorum?"
"Anlatmanı seviyorum." dedim dürüstçe. Açıkçası birçok öğretmenden iyi ve anlaşılır anlatıyordu. İşlemleri düzenli ve sıralı yazıyordu. Üstelik yazısı okunabiliyordu. Birçok öğretmenin yazısı doktor yazısı gibi karman çormandı. Onun yazısını da seviyordum ancak bir keresinde kendi yazısının kötü olduğunu, okuyup okuyamadığımı sormuştu.
"Teşekkürler." dedi ve utanır gibi gülümsedi. "Hey, ara vermeye ne dersin?"
"Daha başlamadık bile... Neyse, bana uyar." dedim. Zaten yeterince ders yapıyordum, öyle değil mi? Bir mola günü iyi gelirdi. Atıştırmalık tabağını aldı ve kanepeye oturdu. Kanepenin tam ortasına oturduğu için hangi köşeye geçersem geçeyim bana yakın olacaktı. Yanına oturdum ve kucağındaki atıştırmalık tabağından bir kraker aldım.
"Hiç içki içtin mi?' diye sordum.
Başını salladı. "Birkaç kez, fazla değil."
"Nasıl bir şey?"
Bir an duraksadı. "Acı gibi ama ekşi de ve tatlı da."
Yüzümü buruşturdum. "He?"
"Tatmadan anlayamazsın." dedi.
"Tatmak isterdim." dedim. Açıkçası sigarayı da merak ediyordum ama sigara daha pis bir şeye benziyor, yani ilk olarak alkol denemeyi umuyordum.
Minho sessizce ,bir şey demeden, durdu.
"Ne oldu?" diye sordu.
"Şey... Dolapta bir iki şişe var ama... Ah Tanrım boş ver. Sana ilk içkini içiren kişi olmak istemiyorum."
Heyecanla ona yaklaştım. "Hadi ama. Lütfen. Birine bahsetmem. Sadece tadını merak ediyorum. Tadımlık. Ha, ne dersin?"
Teslim olur gibi nefesini verdi.
"Bir shot ona göre." dedi.
"Tamam, bir shot."
Onunla birlikte mutfağa gittim. Şekilli bir şişedeki alkolü iki küçük bardağa doldurdu.
"Buna bardak denmemeli." dedim küçük bardağı elime alıp.
"Bu yüzden 'shot bardağı' deniyor." dedi ve bardağını benimkine tokuşturdu.
"İlk içişine."
"İlk içişime."
Önce onun içmesini bekledim küçücük bardağı tek seferde içti ve yüzünü ekşitti. Ben de tüm bardağı içtim. Dediği gibi acı, ekşi ve tatlıydı. Tuhaf ve çarpıcıydı ama beklediğimden çok daha iyiydi. Bardağımı ona uzattım. "Birer tane daha."
"Ah, tamam. İçeriye geçelim, orada içeriz."
Dediği gibi salona döndük ve birer bardak daha içtik. Onun lavobaya gittiği bir anda üçüncü ve sonra da dördüncü shotı başıma diktim.

Seukinsip | MinsungWhere stories live. Discover now