21

19 6 17
                                    


19 mayıs

boş bir odadayım. elimde bir silah beliriyor. sağda annem, solda woojin. düşünmeden woojin'e doğrultuyorum. sahne değişiyor. babam ve jiwoo. yine düşünmeden babamı eliyorum. değişiyor. annem ve jiwoo. kararsızım, terliyorum. gözlerim kararıyor. silah kendi kafama çevriliyor.

tetiği çekiyorum.

kollarımın arasındaki bedenle göz göze geliyorum. her şeyi hatırlıyorum yavaş yavaş. asla olmayan o adamı hatırlıyorum. o kadar sinirleniyorum ki kaşlarım çatılıyor. jiwoo'yu uyandırmamaya çalışarak yataktan kalkıyorum. tabii yanağına bir öpücük kondurmayı ihmal etmiyorum.

onun için güzel bir şeyler hazırlamaya çalışıyorum. işin doğrusu, elimde patlıyor. ocakta kömürleşmiş patateslere, fırındaki börek hariç her şeye benzeyen oluşuma ve tost makinesindeki kokuşmuş ekmeklere bakıp ofluyorum.

duruma el koyuyorum. en sevdiğim restoranı arayıp birkaç güzel yiyecek söylüyorum. ve ardından zile basmamalarını tembihliyorum. bunları sevmemesine imkan yok.

biraz uğraşıp gümüş bir tepsi çıkarıyorum. odaya adımladığımda uyandığını görüyorum. jiwoo, parlıyorsun. yanına oturup öpüyorum bu parlayan çocuğu. elini enseme koyup parmaklarını gezdiriyor, huylanıyorum. ve bu bambaşka bir his.

daha önce öpüştüğüm kızları düşünüyorum. ben daha önce kimseyle öpüşmemişim ki. bunu seninle öğreniyorum jiwoo. “bir şey yiyemeden beni yedin.”

sesi titriyor, kıkırdıyorum. utanmak ona çok yakışıyor.
ciddileşiyorum. "dün için teşekkürler." daha önce hiç bu kadar ciddi bir teşekkür ettiğimi hatırlamıyorum. o araya girmeseydi belki de sonum nezarethanede bitecekti.

"konuyu tekrar açarsan bir yumruk da ben atarım."

omzuma değen ellerini bileklerinden tutup yatağa itiyorum onu. onu öpmeyi hayal ederken aniden öksürmeye başlıyor. çok korkuyorum. hemen onu geri kaldırıp sırtını okşuyorum. “iyi misin?” sesim titriyor.

yüzünü kapatıyor. ne yani? utandığı için miydi? "bir daha ani şeyler yapma."

ellerini tutup dudaklarıma götürüyorum. avuç içleri tatlı kokuyor, bu teninin kendi kokusu. anlıyorum. tüm ciddiyetimle fısıldıyorum. "söz."

utançtan renkten renge giriyor, onu böyle izlemek çok eğlenceli. aniden ellerini çekiyor. "ne oldu sana ya? o ukala tavrını dün gece dayakta mı kaybettin?"

işte burada bir duralım. düzeltmemiz gereken şeyler olduğu belli. kaşlarım çatılıyor. "dayak atan bendim."

yalandan bir gülücük bırakıyor odaya. chicko'ya bakıyorum, oturmuş bizi izliyor. "ne demezsin. yemek yapabildiğini bilmiyordum. zehirlenmek istemiyorum açıkcası."

tepkisini izlemek için hızla konuşuyorum. onu izlemek çok eğlenceli. "yemeği söyledim, merak etme."

gecikmiyor, kaşları benimkinden bile gerçek çatılıyor. birkaç saniyeliğine de olsa gülüyorum. "ne yaptın?!kahvaltıyı da dışarıdan söylemezsin para tuzağı."

gülüyorum. "merak etme dört göz benden hepsi."

"gözlüğü geri istiyorum." itiraf edeyim, bunu beklemiyordum. şaşırıyorum ama bir o kadar da seviniyorum. bu bir şeyleri gerçekten yola koyduk demek. kalkıp özenle sakladığım gözlüğü getiriyorum. kutusundan çıkarıp gözlerine yaklaştırıyorum, kafasını eğiyor. minnak görünüyor. bu hâliyle onu yatırıp öpücüklere boğasım geliyor. ben choi suho, birini dövmeden de eğlenebiliyorum.

side effect | bxbWhere stories live. Discover now