17

14 6 4
                                    


17 mayıs

uyanıyorum. rüyamda onu gördüm, hiç de iyi gelmedi. kafam bok gibi.

zoraki kıyafetlerimi giyip evden çıkıyorum. Annem ve babam bugün seyahate çıkıyorlar. ara sıra böyle gezilere çıktıkları için buna alışığım. fakat bu sefer hizmetçileri de izne gönderiyorlar. canım buna cidden sıkkın.

kolum ara sıra sızlıyor. umurumda olmadığı için hiç dokunmuyorum. dün annem çok geç geldiği için birbirimizi görmemiştik bile. fark etseydi yırtamazdım. böylesi daha iyi oldu.

sırama oturduğumda etrafıma bakınmaya fırsatım olmadan yanıma geldi. onu görmeye gerçekten ihtiyacım vardı. sırama koyduğu pakete baktım ifadesizce. yine başlıyorduk. "bunu geri al. artık iletişim kurmayalım."

bu döngüden çok sıkılmıştım, ne zaman aşacaktık bunu? bir şeyler yapmalıydım, harekete geçmeliydim. cebinden çıkardığı ayıcıklı yara bandına baktım. gülesim gelmişti ama yavaşça koluma giden bileğini tuttum. yaraları, beni gerçekten endişelendiriyordu. beynim bunu reddediyordu. geçenki olanları hâlâ hazmedemiyordum. "konuşmayı kesmeyeceğim. doktora gittin mi?"

"evet."

"ne dedi?"

"seni ilgilendirmiyor." geri çekilmesine izin verdim, en son isteyeceğim şey hâline gelmişti incinmesi. böyle davranmasını elbette anlıyordum ama beni affetmesini de istiyordum. bir yandan merak ediyordum, jiwooyla kavga etmeden geçen bir gün nasıl olurdu?

sorunun cevabını bilmiyorum.

gözüm sınıfı tararken gitmesini izledim. woojin ya da yejun yoktu. "görüşmeyelim." demişti. kaldıramadım. bu gerçek olmamalıydı. o köpeklerin vücudunda kırılmadık kemik bırakmamalıydım.

sınıfa tekrar girerken yolunu kestim, koridorun önündeydik. "bana ders vermek zorundasın." tüm kartlarım açık oynuyordum artık.

"değilim. bunca şeyden sonra sence öğretmen buna gerek duyar mı?" yüzündeki yaralara baktım. garip ama onları iyileştirebileceğime gerçekten inanmıştım. bir an için bile olsa. sebep olan benken hem de.

bu yaptığıma ben bile anlam veremedim ama yaptım. "jiwoo. özür dilerim." bu bir başarı mıydı? şurası kesin ki yapması gerçekten zordu.

"tekrar demene gerek yok." bunu ciddi bulmuyordu. beni ciddiye almıyordu. ona ciddi olduğumu göstermem lazımdı.

"ama gerçekten diliyorum."

"bence benimle konuşma. arkadaşlarından biri görecek şimdi." gitmek üzereydi. zorla durdurdum yine onu.

"onlar benim arkadaşım değil."

"olay zamanı öyle gözü-" arkada woojin'i görmemle anlık hareketlenmem bir oldu. şerefsiz ayakkabısını fırlatmıştı. bu ne cüret? yalpalayarak duvara tutunan jiwoo'ya baktım. kaşlarımı çatarak woojin'e döndüm.

"yukarı çıkalım. hesaplaşmak istiyorum."

sinirden gülmeye başlamıştım. bu çocuğun ağzına ciddi anlamda sıçacaktım birazdan. "pekâlâ, ölmeye hazır ol."

arkasını döndüğünde seslendim. "ve woojin." tüm koridorun duyduğundan emin olarak seslendim. "onu öpen bendim."

herkes şaşkınlıkla bana bakıyordu, buna ben bile şaşırmıştım. ama gerçek buydu, artık sadece kabullenmeliydim. jiwoo'yu öperken son derece kendimdeydim. "kendine gel!"

gülümsedim. "hiç bu kadar kendimde olmamıştım."

sinirden kızarmaya başladı önümde. dönüp jiwoo'ya bakmadım ama umarım biraz olsun kendimi affettirmek adına işe yaramıştır. "sen bir ibne değilsin suho! sana bunu yapmasına izin mi vereceksin! onu korumak için yalan söylemene gerek yok."

yumruğumu havaya kaldırdım. "yalancı-" evet, yalancı kimmiş ona gösterecektim ki kolumu tutan elle duraksadım. "yapma. sınıfa dönelim."

çok geçti. bu sefer bir şeyleri kanıtlamadan bırakmayacaktım. herkese kim olduğumu ve jiwoo'nun benim için ne anlam ifade ettiğini gösterecektim.

elimi elinin üzerine koyup kolumu çektim usulca. "ders matematik. sınıfa git."

side effect | bxbWhere stories live. Discover now