16

22 7 20
                                    


16 mayıs

“su ho! okul vakti.”

hayır, beni uyandırmayın. bu uykudan uyanırsam her şeyi olduğundan daha kötü yapma ihtimalim var.

sadece jiwoo’yu görmek için gidiyorum okula. ne var ki onu hiçbir yerde bulamıyorum. boş sırasına bakıyorum uzun süre. dalıp gidiyorum.

woojin artık önümde oturmuyor, yejun dahil kimse yanıma gelmiyor. istediğim bir şey olup olmadığını sormuyor.

sinirleniyorum. ama bunun acısını çıkaracak gücü kendimde bulamıyorum. şu an için umursadığım tek bir şey var, jiwoo.

öğle arası oluyor. sınıftan çıkmak üzere olan minjun’un yolunu kesiyorum. “o…” bir an için ne diyeceğimi bilemiyorum. “neden gelmedi?”

“sence neden gelmedi?” kızgın bakıyor, o da beni suçluyor. başımı öne eğiyorum, ne dese haklı olduğunu biliyorum. “sorunu başkalarında aramaktan vazgeç artık, choi su ho. soyadın seni bir yere kadar taşır, gerisini çıplak ellerinle yapmak zorundasın.”

yanımdan geçip gidiyor. herkes gibi, tüm sınıf boşalıyor. içimde biriken öfkeyi durduramıyorum. lavaboya gidip yüzüme sertçe su çarpıyorum. “seni kurtarmak için elimden geleni yaptım su ho.”

arkamı dönüp boynuna yapışıyorum. her şey kaşla göz arasında oluyor. onu şu an görmem hiç iyi olmadı, kırık kolunu her an yerinden çıkarabilirim. “işime burnunu sokmak ne demekmiş, hâlâ öğrenemedin mi sürtük?”

“bundan kurtuluşumuz yok su ho. biz asla o dövüşçüler gibi olamayız. biz göz önünde olanlarız, onlar bedenlerini bile satsalar kimse onları umursamayacak. ama sen. bir erkeği öpersen, bu yüzyıllar boyunca silinmeyecek. herkes konuşacak choi su ho. kim bilir, belki başkanlığa istenmeyeceksin. baban soy için seni suçlayacak, belki de bir kızla evlenmen için zorlayacak. annen mi? o ne kadar ileri gidebilir ki?”

boynunu sıkmaya başlıyorum. sözleri ağırıma, çok ağırıma gidiyor. kendimi nasıl oldu da bu çukurun içinde buldum? bu yüzden en iyi bildiğim şeyi yapıyorum, ellerimin arasında bir can tutuyorum. ona istediğim muamaleyi uyguluyorum. “kimse bana ve sevdiklerime zarar veremez.”

acı acı gülüyor. “bir zamanlar bunu benim için de söylüyordun.” gözyaşları ellerime damlıyor. “acı, uzanıp dokunabileceğin kadar yakınında su ho. bana ne yaparsan yap, acıyı tadacaksın. bundan kurtuluşun yok.”

yere fırlatıyorum tiksindiğim bedenini. “ama merak etme, bu yolda seni yalnız bırakmayacağım.”

hızla sınıfa giriyorum, çoktan derse başlamış öğretmen dönüp bana bakıyor. “özür dilerim.” çantamı kapıp sınıfı terk ediyorum. jia kolumu yakalıyor. “geleyim mi?”

birilerini döveceğimi sanıyor. kolumu kurtarıyorum. “gerek yok.” bir kez daha beni şaşırtıyor. neden yanımdaymış gibi davrandığını anlayamıyorum. neden yanımda? neden bana bağırıp çağırmıyor? hak ettiğim bu.

evine gidiyorum. ellerim kapıya doğru giderken zorlanıyor. yutkunup zili çalıyorum. çok geçmeden açılıyor, “bu kadar erken-”

üzerindeki pijamalara, dağınık saçlara bakıyorum. aklım başımdan gidiyor. gözlerinde olması gereken gözlük yok. iki gündür ders çalışamıyor olmalı, diye düşünüyorum. üzüntüsünü tahmin edemiyorum.

yüzünde hâlâ bir sürü sargı var, beni gördüğü anda kapıyı suratıma kapatıyor. kolumu araya sokmayı başarıyorum, ama o kadar sert ittiriyor ki ayakkabım kayıyor. “benden uzak dur demedim mi sana!”

kapının arasında gerilen kolum zorlanıyor. “jiwoo, lütfen konuşalım.” kapının demiri kolumu kesiyor. acıyla inliyorum ama umurumda değil. “çek lanet olası kolunu!”

inatla ittirmeye devam ediyor. sonunda kolumu kurtarıyorum, mecburen. benden ne kadar nefret ettiğini görmek kalbimi acıtıyor. “git buradan!”

sinirleniyorum. kapalı kapının yanına çöküyorum. “gitmiyorum lan!” ayağımla sertçe yere vuruyorum. “benimle doğru düzgün konuşana dek gitmeyeceğim.”

cevap gelmiyor. bekliyorum, saatler geçiyor. hava kararıyor, evin önüne kır saçlı bir adam yaklaşıyor. fözlük takıyor. “kimsiniz?”

“merhaba efendim. jiwoo’nun okuldan..” arkadaşıyım demek içimden gelmiyor. kelimeleri toparlayamıyorum.

“ismin ne çocuğum?”

“choi su ho efendim.”

“choi? su ho..gerçekten mi? ben de nereden tanıdıksın diye düşünüyordum, baban nasıl evladım?” sorularına cevap vermeme fırsat bırakmadan yenilerini ekliyor.

“koluna ne oldu böyle?! Jjwoo seni neden içeri almadı? kulaklarını keseceğim onun..gel lütfen.”

anahtarı deliğe sokarken jiwoo’nun bana daha çok kızacağını fark ediyorum. “şey aslında..eve gitmem gerekiyor efendim. jiwoo’ya bunu verir misiniz benim için? gözlüğünü yanlışlıkla kırdım da.”

bu sefer en güzelinden seçmiştim. kendim. onun için.
elimdeki poşeti adama uzatıp koşarak uzaklaşıyorum.

side effect | bxbWhere stories live. Discover now