Git

24 5 0
                                    

Bir şehir kadar kalabalıktır bazılarının yalnızlığı.

Dibe vurdum iyice
Birde sen gidersen
Gitme ne olur işte
Birtek sen birtek sen...

İnsan hasta olduğu gecenin sabahı oda arkadaşı tarafından saçma sapan şarkılar ile uyandırılır mı hiç? Eğer oda arkadaşınız naz ise bunun olma olasılığı benim yataktan kalkıp, onu boğup, cesedini asitle eritip, lavabodan aşağı dökmem ve hiç bir şey olmamış gibi çikolata yiyerek oturmamdan daha fazlaydı.

-Seni dava edeceğim naz! Kapat şu şarkıyı.

Ama şarkıyı kapatmak bir yana dursun daha da sesini açmıştı.

Yeterli eminim ben hemde gerçekten
Ve yemin ederim ben, senle gerçek ben.

-Naz Allah rızası için kapat şunu! Hastaneden döndüm hiç mi vicdanın yok.

-Haftasonu bu gün, dava edemezsin, ne istersem yaparım.

O zaman bende ona aklımdan geçen sahneleri uygularsam oda beni dava edemezdi. Değil mi? Ama durmazdı da yapmaya devam ederdi. Kafamı yastığa gömüp çağırdım ve sanırım bu onun artık sabrımın bittiğini anladığı an olmuştu.

-Tamam tamam durdum.

-İyi ettin.

-Yarın sınavlar başlıyor alooooooo. Ne sınavın var senin? Benim fizik var. Bu akşam atomu parçalayacağım.

-Kolay gelsin. Felsefe sınavım var benim.

Şu hayatımın son bir haftası daha stabil ve sakin geçiyordu. Medreseye gitme kararı aldığım ilk günden beri sözde aşık olduğuma inandığım için her şeyi zirvede yaşamış ve duygularımı tamamen sömürmüştüm. Geçen hafta ise kafamı kurcalayan soruların hepsine cevap bulmasamda yani bundan sonra ne yapmam gerektiğini tam olarak bilmesemde ne yapmamam gerektiğini öğrenmiştim.

Saçma sapan, ben aşığım diye ortada dolaşarak bir şeyler değişmeyecekti. Bunu idrak etmem uzun zaman alsada sonunda anlamıştım. Süveyda ise yola devam etmem için teslim olmamı ve yaşayıp görmemi söylemişti.

Yani demem o ki şu an kaderin ne göstereceğini beklemekten başka yapacak işim yoktu. Yunus Emre izlemeye ara vermiştim çünkü bilmediğim çok şey kafamı kurcalıyordu. Ayrıca kayıtlar falan da tam kesin olmadığı için sınavlara çalışacak ve en azından beynimi biraz dinginlemeye çalışacaktım.

Yataktan doğrulup ani bir haraket ile çalışma masasına oturup felsefe kitabını açmam da bunun kanıtıydı. Ama sanırım naz için sabahın köründe bir anda kalkıp, daha elimi yüzümü yıkamadan felsefe çalışmaya başlamak tuhaf olmalıydı, keza bana deliymişim gibi bakmasının başka bir açıklaması olamazdı.

Belki de haklıydı. Belki de delirmiştim. Bunu bana konuşarak da anlatabilirdi. Tuhaf tuhaf bakmasına gerek yoktu.Sinirle ona döndüğümde bende onun gözlerine o deliymiş gibi bakıyordum. O an ne hissetti, ne düşündü bilemiyorum. Ama benim düşündüğüm şey süveyda'nın acı kahverengi gözlerinde her ne gördüysem aynısının naz'ın ela gözlerinde olmamasıydı.

...

Martıların sesleri geliyordu. Denizin kıyısında otururken "karşıdan geçen gemilerden birinde olsaydım keşke" diye çok düşünüyorum. Gemiler yavaş yavaş limana doğru yaklaşırken benimde göz yaşlarım çekilmeye başladı. O gelecek miydi bilmiyorum. Ben bir gemi olsaydım şayet, limanım o olurdu.

Buraya nasıl gelmiştim? Neden böyle olmuştu hatırlamak istemiyordum. Çünkü artık başıma ağrılar giriyordu. Gözlerim kırmızıya çalmaya başlamıştı. Genelde renkler arasından seçim yapmam. Hepsi birbirinden güzel. Ama kırmızı daha bir hoş gelmeye başladı gözüme. Bu yaşanılan herşeyden önce, Ebrar'ı milat olarak kabul alırsam milattan önce bu kadar düşünen biri değildim. Sıradan yaşar giderdim. Bellidir zaten ilk baştaki diyaloglardan.

Vaveyla-LWhere stories live. Discover now