Denedim. İlk tanışmamızda şahit olduğun o konuşma, Çınar'ı bu dünyadan koruma girişimimdi. Benim bile ayakta uyuduğum zamanlar olmuş. Çınar da maalesef, bu dünyaya çoktan girmiş işte. Açık konuşmam gerekirse ben bundan hoşlanmıyor değilim ve hatta bununla gurur duyuyorum. Çünkü o konuşmayı yapma motivasyonum, onun bu dünyada hayatta kalabileceğine inanmıyor oluşumdandı. Kardeşi Umut olduğunu bilmediği Gökhan gibi, Kara olmasına yardım ettiğim Bora gibi, Kara'nın kumarhanelerine gönderdiğim bütün adamlarla gocunmadan çalışan Aydın gibi, bu dünyayla yoğrulmadığını düşünüyordum. Eğer bugün gözüm arkada değilse eğer, o da Çınar'ın, Akbulut soyadını layığıyla taşıyacağına olan güvenim sonsuz olduğu için.

Çınar'a söyle lütfen. Gökhan Demir'in, Umut'un adını ve soyadını almayışı içinde ukde kalmasın. Samimiyetle söylüyorum ki bu dünyada Gökhan Demir olmak, Umut Akbulut olmaktan çokça önde. Çünkü biz oğlumuz Umut'a sahip çıkamadık fakat Kemal, yeğeni Gökhan'a sahip çıktı. Ad ve soyad değişikliği kaderi değiştirmeye yetmez. Gökhan Demir de olsa Umut Akbulut da olsa annesine kavuşamayan, babasızlığa mahkum bir çocuk oldu o. Filiz'e hayat boyu minnetim bitmeyecek, ona çok iyi bir anne olduğu için. Betül'e ve Ahmet'e de. Onu bir anne, bir baba olarak kolladıkları için. Aydın Demir'e de. Daima Gökhan'a bir abi olduğu için. Umut'un yaşıyor olması, öldüğü gerçeğini değiştirmez ve Gökhan'ın ne mutlu ki, Çınar'ın maalesef hiçbir zaman o şekilde sahip olamayacağı bir ailesi var. Metin'in de Aydan'ın da Umut'tan yana yüzlerinin güldüğüne eminim ben. Çınar'a hep anlatmaya çalıştım ama hiç anlamadı. Gökhan istese bile ölmüş iki insanla bağ kuramaz. Bu da çok normal. Onu hiç kimsenin buna zorlamaya hakkı yok. Çınar'ın bile. Vasiyetimdir, Çınar'ın da içi rahat etsin artık. Kendini, annesiyle babasına verdiği sözü tutmuş bellesin. Lütfen. Geçmişin tozlu raflarından kafasını kaldırsın ve geleceğe dönsün yüzünü."

Çınar, sırtında Bahar'ın eli, babaannesinin mezarına ıslak gözlerle bakarken, hiçbir zaman kardeşi olamayan Umut'un bakışları, biyolojik anne ve babasının mezar taşındaydı. Çınar, Bahar'ın yanından ayrılıp küreği eline alırken Gökhan ne hissediyordu bilmiyordum ama Metin Akbulut ve Aydan Akbulut'un, öyle veya böyle, oğullarına kavuştuğunu düşünmek istemiştim. Onlarla empati yapmak canımı yakıyordu ve Nagihan Hanım'ın, Umut'tan yana oğlunun da gelininin de yüzlerinin güldüğüne dair yazdığı satırlarına sığınıp inanmaktan başka çarem yoktu. Gökhan'ın hemen yanı başında, Nagihan Hanım'ın minnettar olduğunu dile getirdiği, manevi annesi Filiz Hala duruyordu. Abisi Aydın Demir ise küreği bir diğer abisi Çınar Akbulut'tan devralmış, Nagihan Akbulut'a son görevini yerine getiriyordu. Herkesin, herkesin hayatında bir şekilde sıfat edindiği bir cenaze töreni düzenleniyordu ve belki de ilk kez, Nagihan Hanım'ın ne kadar çok seveni olduğuna şahit oluyordum. Kabul edip benimsediği dünyanın bütün isimleri, en temiz ve en karanlık kıyafetlerinin yakalarında Nagihan Hanım'ın fotoğrafı, bugün, uzun yıllar varlık sürdürdüğü İzmir'de, onun için yas tutuyorlardı.

"Gökhan, soyadı ne olursa olsun, benim canımdan, benim kanımdandır. Sahip olduğum her şeyin torunlarım arasında eşit bölüştürülmesini istiyorum ama lütfen, İzmir'deki evimiz Gökhan'ın olsun. Doğup gelemediği o evi hiçbir zaman sevip sahiplenemeyeceğini biliyorum ama bakarsın an gelir ve o ev, onun için varlık kazanır. Sırf bu ihtimal için bile o ev, ona ait olmayı hak ediyor. İster satar, ister kiraya verir, ister içine girer yaşar ama Akbulut'ları temsil eden o eve ne olacağına, bundan böyle, hiçbir zaman torunum diye bağrıma basamadığım Gökhan karar versin.

Aslında ben şartlar gereği Çınar'dan başka hiç kimseyi bağrıma basabilmiş değilim. Beyza'yla, henüz başına bunlar gelmeden evvel biraz olsun bir bağ kurabilmiştik ama Begüm'le de Bora'yla da daima mesafeliydik. Begüm, annesinin görse gurur duyacağı, genç bir kadın oldu. Bunu söyleyebilmek, annesinin annesi olarak hakkımdır diye düşünüyorum. Hiçbir zaman anneannesi olmadım biliyorum ama lütfen ona, gönlünce yaşamaya devam etmesini söyle Nazlı. Keşke Beyza da gönlünce yaşayabilse. Yıllar evvel başlayan bir hikâyenin, kötü bir talihsizlikle kendini tekrar ettiğini ve hiçbir şeyin esasen kendi suçu olmadığını... Betül'ün deyimiyle Beyza ve Mehmet'in arasındaki aşk, bir nevi kendini gerçekleştiren kehanetti. Sadri'nin Betül'e olan takıntılı aşkının, babadan oğula bir nevi ruhani aktarım gibi geçtiğini söylerdi. Ben Sadri'den ne kadar nefret ettiysem, Beyza da Mehmet'e o kadar aşık oldu, demişti. Betül, Mehmet Şahindağ'ın bütün kötülüklerini görmemesine rağmen demişti üstelik bunu. O öldükten sonra çokça düşündüm, ne kadar da haklı olabileceğini. Bana kalırsa Mehmet'in takıntısı, Sadri'nin takıntısının yanında hiçbir şeydi zaten."

Maça Kızı 8 | Devam* Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin