184.Bölüm

255K 14.2K 19.5K
                                    

Sevgili Maça Kızı 8 Ailesi,

Son bölümler de olsa bu kitabın ilk bölümü; o yüzden âdet yerini bulsun, oy verirseniz ve yorum yaparsanız çok mutlu olurum. 🥲🙏🏻💛

Hepinizi çok seviyorum! İyi ki varsınız. Var olun! ☀️

♠️

Bu şehre, ilk kez annem ve babamla geldiğimde, Ada'yla aynı yaştaymışım.

Bir yaşımı dolduralı henüz sadece birkaç gün olmuş ve tam olarak kaç gün olduğu ancak benim hatırlayabileceğim bir detay olabilirdi, annem ve babamın değil. 18 Ağustos 1994'te, Bodrum'daki evimizin bahçesinde yaptığımız doğum günü partime, halam ve Canan da İstanbul'dan kalkıp gelmiş. Eniştem çalıştığı için o gelememiş. Halam ve Canan birkaç gün bizimle kaldıktan sonra döneceklerken, halamın ısrarı üzerine babam, otelimizi amcama emanet etmiş ve biz de İstanbul'a gelmişiz. Babamın arabasıyla. Yol boyunca, hiç durmadan ağladığım için, bütün yolculuk arabanın içindeki herkesin burnundan gelmiş. Halamın evine varır varmaz, babamın kucağında uyuyakalmışım ama uyandığımda yeni bir ağlama krizine girmişim.

Beni gezdirmek mi istemişler yoksa kendi anılarını yad etmek mi istemişler tam olarak bilinmez, beni Boğaziçi Üniversitesine götürmüşler. Hatta annem, göbek bağımı Boğaziçi Üniversitesine gömüvermiş. Açıkçası bu, hiçbir zaman çok çok gurur duyduğum bir şey olmadı çünkü herhangi bir batıl inançla değil zekâmın hakkıyla Boğaziçi'ni kazandığım ve Boğaziçi'ni kazanma motivasyonumun da annem ve babamın okulu olmasından kaynaklandığı yadsınamaz bir gerçekti.

Boğaziçi, en iyisi olmasaydı çabalar mıydım bilmiyordum. Gerçi pek çabalamamıştım da. En azından matematik, geometri, fizik, kimya ve biyolojide. Dil bilgisi, edebiyat ve coğrafya nispeten kolaydı fakat tarihten ne çektiğimi bir ben bir de tarih hocalarım bilirdi. YGS deneme netlerimi sürekli düşüren tarih sorularından, bugün hâlâ nefret ediyordum. Tabii buna rağmen, Ada'nın, ne yapacağımı kara kara düşünerek sakladığım göbek bağını Boğaziçi'ne gömmeye karar vermem, henüz uçağın İstanbul'a varmak üzere havalanmasıyla gerçekleşmişti. Çünkü bazı şeylerin gelenekselleşmesi ve nesilden nesle miras kalmasının önemine inanıyordum.

İstanbul...

Gidenlere mi daha zordu yoksa kalanlara mı bilmiyordum ama dönenlere de kolay değildi. Hele ki bu dönüşün ardında çok ciddi bir dert varsa... Dert kimindi, ondan emin değildim. Sanırım kalanların derdiyle dönenlerin derdi ortaktı fakat bazı dertler vardı ki zaten ortak olması, kendi içinde başlı başına büyük bir çaresizlik barındırıyordu. Çaresiz miydik, onu da bilmiyordum. Bora, bütün çareler kendisiymiş, kendisindeymiş gibi davranırken ne kadar çaresiz olduğumuzu söyleyebilirdim, bundan da emin değildim. Bizi bekleyen bir şeyler vardı, o muhakkaktı ama iyi miydi kötü müydü ancak yaşayarak öğrenebilecektim.

Bora, Mehmet Şahindağ ile ne konuşmuştu bilmiyordum ama o an'dan beri gerçekten de keyfi yerine gelmiş gibi davranıyordu. Bir insanın Mehmet Şahindağ ile konuşup keyiflenmesi pek mümkün değildi aslında ama işte söz konusu Bora olduğunda, bu bile mümkün görünüyordu.

Havaalanının özel girişinin önüne geldiğimizde, Sinan minibüsün kapısını açmıştı. Bora, benden evvel minibüsten indi ve Ada'yı kucakladı. Ardından da inmem için bana elini uzattı. Noir'nın tasmasına uzanıp, Bora'nın elinden tuttum. Birlikte havaalanına girdik. Henüz birkaç adım ilerlemiştik ki bir anda etrafımız takım elbiseli adamlarla sarıldı. Ada, neden durduğumuzu anlamak istercesine kapüşonunu başından çıkartırken, Bora onu hafifçe sol tarafına doğru almış, sağ avucunda olan elimi de daha güçlü sarmıştı. Sinan da dahil olmak üzere Bora'nın dört adamı, önümüze geçerek bize siper olmuştu ve fakat Bora, "Çekilin..." dediğinde, yeniden önümüz açıldı. Karşımızda üç, etrafımızda on bir adam vardı. On dört, nereden bakarsak bakalım dörtten daha büyüktü.

Maça Kızı 8 | Devam* Where stories live. Discover now