BÖLÜM 20 -Tek Hece

90 50 80
                                    

Burası paylaştığınız yıldızla insanların karanlığına ışık olma satırı. Yıldızınızı bırakmayı unutmayın!

⭐⭐⭐

Dişlerimi sıkıp arabadan indim. Altay'ın gitmiş olmasına lanet okurken sürgülü kapıyı açtım. Fetih'in gözleriyle buluşmamaya çalışarak etrafa bakındım.

"Seni buradan nasıl indireceğiz?"

"Şu karşıda demirden dikdörtgen bir şey var. Onu getir." dedi Fetih. Gidip gözünün önündekini bulamayan biri olarak Fetih'in tarifleriyle zar zor rampa niyetine kullandığımız şeyi buldum.

Fetih bana "Buraya koy!" dediğinde beni aptal yerine koymasına sinirlenmemeye çalıştım. Hem emirler veriyor hem de sanki bilmiyormuşum gibi davranıyordu. Bu elimdeki ağır lanet şeyi dümdüz yere serecek değildim. Tabii ki bir ucunu arabanın kenarına yaslayacaktım!

"Ne kadar yavaşsın Efsun." diye söylendi ben rampayı yerleştirmeye çalışırken. "Biraz hızlı ol."

Buz mavisi gözlerine öfkeyle baktım. "Ooo, bakıyorum işe geri döndünüz patron!" Onu alaya almam ve öfkelenmiş olmam çok komikmiş gibi gülmeye başladı.

"Daha önce biri sana öfkelendiğinde yanaklarının kıpkırmızı olduğunu söylemiş miydi?" Öfkem birdenbire dindi. Daha önce kendisi söylemişti. Bundan sonra gelecek cümleyi tahmin etmek hiç de zor değildi.

O "Yanakların kızardığında çok tatlı görünüyorsun." derken başımı iki yana salladım. Düşüncelerimden kurtulmak istiyordum. Beni sarmaya başlayan etrafımdaki boğucu sisi dağıtmak istiyordum. Ama insanlar benim kalbimi dağıtıyordu.

Ona cevap vermeyip sersemlemiş bir şekilde geri çekildim ve arabadan inmesini bekledim. Kollarımı göğsümde kavuşturup üşüdüğümü belli etmemeye çalıştım. Gökyüzünde belirmeye başlayan güneşle çimenlerin üzerindeki damlaların parlamasını izledim. Fetih önümden geçtiğinde arkasından camdan kapının olduğu tarafa doğru ilerlemeye başladım.

İçime çektiğim yağmurun kokusu bana kanların kokusunu hatırlattığında nefesimi tuttum. Fetih için cam kapıyı açtığımda Fetih alayla "Çok centilmensiniz." dedi. Gözlerimi devirmemek için kendimi tuttum. İçeri girdiğinde ben de onun peşinden gittim. "Biletlerimizi almak gibi bir geri zekâlılık yapıp yağmur yüzünden sinemaya boşuna gitmeye kalktığımız için ne kadar sinir bozucu olduğunun farkındasındır umarım." Olduğum yerde kaldım. Peşinden gelen adımlarımın sesinin kesildiğini fark etmiş olacak ki durdu.

Yanaklarımın vuran sıcaklıktan kızardığımı biliyordum. Kendime olan öfkem ve yapamadıklarımın utancıyla kızarmıştım.

"Fetih ben-"

"Sen ne Efsun?" diye lafımı böldü yanaklarımın daha çok kızarmasına neden olacak kadar sertçe. "Sen yara bantlarının arkasına saklandığını düşünerek insanlara kendini daha çok zavallı gösteren, acısını paylaşmaktan korkan, korkularıyla yüzleşmeye cesaret edemeyen, sanki yere düşmek hayatında her ne olduysa düzeltecekmiş kendini yerlere atan şapşalın tekisin."

Gözyaşlarımı tutmaya çalıştım. Alt dudağımı ısırırken yaramazlık yapmış bir çocuk gibi önümde birleştirdiğim ellerime eğdim başımı. Elimdeki yara bandını gördüğümde kalbim göğüs kafesime sertçe vurmaya başladı. Sanki artık kalbime acılar vurmuyordu da kalbim acılarıma vuruyordu. Kırıklarımın üzerine basmam için beni zorluyordu. Canım yanacaksa bile sakladıklarımı açığa çıkarmam gerektiğini söylüyordu. Beni daha çok öldürecek bir hamle yapmam için bekliyordu.

Kelebekler Yaşamaya Cesaret EdemezDove le storie prendono vita. Scoprilo ora