BÖLÜM 6 - Siyah Beyaz

En başından başla
                                    

"Ne oldu Efsun?" Bakışlarından endişelenmeye başladığını görüyordum. Korktuğunu hissettim. Ben de korkuyordum. Yarın işe başladığımda ne yapacağımı bilmiyordum. Fetih'in on dört aydır o halde yaşamasına inanamıyordum. Fetih bir tekerlekli sandalyede yaşama fikrini nasıl kabullenmişti anlayamıyordum. Onun öldüğünü düşündüğüm her an istediğim gibi o da ölmek istemiş olmalıydı. Ama yaşıyordu, yaşıyordum, yaşıyorduk. Daha ne kadar yaşamaya devam edebilirdik bilmiyordum.

Uzun süre cevap vermeyince Enes "Nefes'i çağıracağım." dedi kapıya doğru ilerlerken. Of, Enes'in sorgucu biri olmadığını söylemiştim değil mi? Eğer o bile bir şeyler merak ediyorsa Nefes kesinlikle beni soru yağmuruna tutardı.

Enes kapıyı açar açmaz Altay içeri daldı. Bir bana bir Enes' bakıp "Ne olduğunu söyledi mi?" diye sordu. Enes başını hayır anlamında iki yana salladığında sinir bozucu Altay hemen "En son iş görüşmesi için bir eve gitmişti. Efsun hasta bakıcılığı yapacaktı. Aynı evde benim de hastam var. Hastamı görmek için giderken onu yolun kenarında dizleri paramparça bu halde buldum." diye anlatmaya başladı. Acaba parçalanan dizlerim miydi, yoksa kalbim mi?

Acı çeken ben miydim, ruhum mu? Bu tuhaf hisler bana mı aitti kalbime mi?

Altay yanımda beklerken Enes gerçekten de bayağı gürültülü bir şekilde karşı komşusu Nefes'i çağırdı. Nefes söylene söylene Enes'in evine girdiğinde beni gördü. Ve tahmin ettiğim gibi soru yağmurları başladı. Ama bu yağmuru normal yağmurlardan daha çok seviyordum. Aklıma genelde Fetih'i getirmeyen bir yağmur türüydü bu. Ama bende olmayan soruların cevapları Fetih'iyle ilgiliyken ben nasıl onu düşünmeden durabilirdim ki...

Nefes kendini yanıma bırakıp ellerimi tuttu. Gözlerimin içine bakarken "Ne oldu? Dizlerinin parçalanmasına şaşırmadım ama neden iş dönüşünde kendini yere atıp biri seni bulana kadar kalkma zahmetine girmiyorsun? İşi alamadın mı? Seni daha işe almadan kovdular mı? Yoksa sen mi vazgeçtin? Çok iyi paraymış neden reddettin ki? Alt tarafı engelli birine yardım edecektin, senin yardımsever biri olduğundan şüphelenmeli miyim? Sadece se-"

"Yaşıyor." diyebildim zar zor. Elimi tutan ellerine diktim gözlerimi. Onun gözlerine bakamayacak kadar kötü hissediyordum.

"Ne saçmalıyorsun Efsun, düzgün söylesene." dedi Nefes aniden neşeli halini bir kenara koyup ciddi bir ifade takınarak.

Söyleyebilme gücünü kendimde bulmak için elimi tutan ellerini sıktım. "Yaşıyor Nefes. Yaşıyor." diye fısıldadım. Bir damla yaş elmacık kemiğime doğru süzüldü. "O yaşıyor. Yanılmışım, yaşıyor." Altay'ın anlamayan ve Nefes'le Enes'in şok olmuş bakışlarıyla konuşmaya devam ettim. "O yaşıyor bir ölü olarak..." Ve ben ölüyorum kendi ellerimle kazdığım mezarımda kalarak... Ateşe verdiğim dünyamı söndürmeye çalışarak... Kadere eğdiğim boynumu kaldırarak... Hayatın yükünü omuzlarımdan atarak...

"Öldü mü, yaşıyor mu Efsun?" Enes bu soruyu sorabildiğinde yaşlı gözlerimi ona çevirdim.

"Evet, yaşıyor. Onun yaşamasına yaşamak denilebilirse..." Nefes de gözyaşlarını akıtmaya başladığında olayı daha yeni anlayan Enes Altay'dan Fetih'in durumunu ayrıntılarıyla öğrenmeye çalışıyordu. Altay bilgi vermemekte ısrarcıydı ama. Hasta mahremiyeti falan diyordu. Üstelik Altay hâlâ neler döndüğünü anlamamıştı.

"Yaşıyor..." diye tekrar ediyordu Nefes. "Ben sana demiştim. Yaşıyor..." Yaşıyor muydu gerçekten? Nefes almakla yaşanır mıydı? Belki de hayallerini yaşatmadan yaşaması mümkündü. Şimdiye kadar nasıl yaşadıysa ben hayatından çıkana kadar öyle yaşayacaktı. Ben hayatına girdiğimde de normal hayatına devam edecekti. Bu... Bu beni çok fazla etkilememeliydi. Bir hayatımı değiştirmemeliydi. O benim patronumdu. Hep de öyle kalacaktı.

Enes Altay'a on dört ay önce yaşadıklarımızın özetini çektikten sonra onu evden kovdu. Altay'dan kimseye hiçbir şey söylemeyeceğine dair söz aldı. Ve sonra da tüm gece Nefes ellerime yapışmış şok içinde ağlarken, Enes karşımda sıkmaktan yastığın birini parçalayıp içindekilerin yere dökülmesine neden olurken ben hiçbir tepki vermeden duruyordum. Bir şey anlatmamı bekliyorlardı ama ben anlatamıyordum. Kendime bile anlatamadığım hislerimi onlara nasıl anlatabilirdim ki?

Nefes ağlaya ağlaya omzuma yaslanmış uykuya dalmıştı çoktan. Evet, uykusunda ağlıyordu. Aramızda en çok duygularını kontrol edemeyen ve fazlasıyla hayatını dolu dolu yaşayan Nefes'ti. Mutlu, heyecanlı, meraklı, şaşkın ve üzgün olduğunda kız ani 'ruh hali' değişimleri geçiriyordu. Özellikle âşık olduğunda... Onu tanıdığımdan bu yana Enes dışında her gördüğü erkeğe göz dikip çok yakışıklı diye fısıldıyordu bana. Fetih'e bile aynısını demişti. Ama beni dürterek demişti. Yani ne anlamam gerektiğini bilmiyorum, bilmeme de gerek yok.

Nefes omzumda ağlaya ağlaya uyurken Enes karşımda durmuş öfke ve şaşkınlıkla elinde tuttuğu yastıktan hıncını çıkarıyordu. Enes'e değil yastığa acıdım ya. Ona nasıl sıkmak! Yastığın içindekiler yere saçılıyordu. Bir yandan da küfredip duruyordu. En sonunda saat gece 2'ye gelirken kalkıp "Ben odama gidiyorum. Şunu da eve götür. Salyalarını koltuğuma akıtmasın." diyerek gitti.

Burada en çok sarsılan bendim, kendilerini teselli etmemi bekleyen onlar. Burada yere düşmüş ve geri kalkamamış bendim, düştüklerini sanan onlar. Burada en çok ağlayan bendim gözyaşlarımı içime akıtarak, akıttıkları gözyaşlarının gerçek olduğunu düşünen onlar. Sol tarafındaki acıdan dolayı nefes almayı unutan bendim, acının ne demek olduğunu bildiklerini zanneden onlar.

Nefes'in uykusu o kadar derindi ki kulağının dibinde fısıldamama ve saçını çekmeme rağmen uyanmamıştı. En sonunda Enes'in parçaladığı yastıkla yüzüne vurduğumda gözlerini hafifçe araladı.

"Ne oluyor yaa!" dediğinde onu kolundan tutup ayağa kaldırdım.

Geri gözlerini kapattığında "Enes'in evinde uyuya kaldığının farkında mısın uyuyan prenses?" diyerek onu sürüklemeye başladım. Aniden gözlerini açarak etrafına bakındı.

"Oha, ben buraya niye geldim ki!" Hayretler içinde telaşla sağına soluna bakındı. Bakışlarını karanlıkta benim gözlerime sabitledi. "Doğru ya, Fetih yaşıyordu." Elini gözyaşlarının ıslattığı yüzüne götürdü. "Ben de salak gibi ağlamışım." Kıkırdadığında mutlu olmaması gerektiğinin farkında değildi. Ya da mutlu olmalıydı. Evet, evet. Üzülmeyi hak etmiyordu. Ama ben hayatım boyunca mutsuz olmuş biri olarak mutsuzluğa mahkûm kalmayı hak ediyordum.

"Enes Beyler görmeden gidelim bence." dediğinde ağzım açık ona bakıyordum. Dediğim gibi ruh halleri anında değişiyordu.

Cebinden çıkardığı anahtarıyla hemen karşımızdaki evinin kapısını açtı. Annem eve gelip gelmediğimi muhtemelen fark etmeyecekti o yüzden burada kalabilirdim. Bu halde eve gidip anneme ve özellikle de babama hesap vermek beni çok zorlayacaktı.

Nefes kendini odasına kapatırken bana rahat olmamı söyledi. Nasıl olacaksam...

Misafir odasına girdim. Son günlerde bu odada vakit geçirdiğimden daha çok benim odam haline gelmişti. Nefes gibi sevimli bir arkadaşım vardı ki kendimi kötü hissettiğimde evim gibi hissettirmeyen evimde değil burada kalabiliyordum. Bu oda küçük değildi ama büyüktü değildi ve evimdeki odamı düşününce burası bana büyük geliyordu.

Yatağa oturup küçük çantamdan yanımdan ayırmadığım kanlı kâğıdı çıkardım. Kâğıdı yumruk yaptığım elimle sıkıca tutarken yorganın altına girdim. Ve tuhaf bir şekilde bu sefer rüyamda Fetih'i görmedim. Motosikleti, kanları veya buz mavisini de... Bu sefer rengârenk kelebekler gördüm. Onlardan biri de bendim ama ben... Ben... Siyah beyazdım... Hayatıma, hayallerime, kırıklarıma ve acılarıma uygun şekilde...

Siyah beyaz... Bunu sevmiştim...

🦋🦋🦋

Bu bölümü rengarenk, capcanlı, neşeli bir hayatı varmış gibi görünürken aslında hayatı daima siyah beyaz bir film olan herkese ithaf ediyorum.
Mutlu Kalın.

Kelebekler Yaşamaya Cesaret EdemezHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin