2. KISIM - 8. BÖLÜM

491 46 43
                                    

Ranvier
🖤

Batul'un en küçük varisi taht odasına çağrıldığında niçin kralın yanına varacağını çok iyi biliyordu.

Koridor boyunca kendisine selam vermiş lanetlileri, orbunları ve küçük insanları önemsemedi. Çünkü zihni en sonki akşam yemeğinde takılı kalmıştı. Ve sabahtan beri de onu düşünüyordu. Ne demişti kadın ona? Abilerin varken neden seni seçeyim ki?

Onuru kırılmıştı ama pek de üzülmemişti. Zaten alışkındı, bu tür ithamlara. Öyle ki kendisinden iki yaş kadarcık büyük olan abisi bile kendisini hor görüyor, üstün tutup Ranvier'in işe yaramaz bir orbun olduğunu ileri sürüyordu. Bazen de sınırı aşıyor, küçük insanlar gibi olduğunu dile getirmekten de hiç geri kalmıyordu.

Her neyse, dedi içinden. Sonuçta en küçük varisti ve onun tahtta kalmaya pek de hakkı yoktu. O daha çok küçük işler için vardı. Fazlası beklenemezdi.
~

Diğer üç abisinden de farklı olarak açık masmavi gözleri ve biçimli, köşeli bir yüz hattına sahipti. Yüzündeki - sol yanağında bulunuyordu ve bazenleri güneş altında bir kadının bakışları kadar güzel parlıyordu- en derin yara izi bile pek çok kızı hayran bıraktıracak cinsteyken her gülüşünde açığa çıkan gamzesi de bu işi katmerliyordu. Aslında yakışıklıydı. Bir orbunda var olabilecek tüm muhteşem fiziksel özelliklere sahipti. Lakin saray bunlara bakmazdı. Daha çok hangisinin önce doğduğuna bakar ve diğer çocukların da tüm haklarını ellerinden alarak en büyüğündan daha zeki, daha kuvvetli, daha cesur olunması beklenirdi.

Neyse ki abisinde bu özelliklerin bir kısmı mevcuttu da eksik kısımları bir şekilde kapatabiliyordu.

Taht odasına giden yol uzun sürdü. Hatta bir ara adımları bile bir kaplumbağa kadar ağırlaştı, ama sonra bir tilki edasıyla da hızlandı. Kapıyı vurdu ve kendisini bekleyen babasına öylesine bir gülümsemeyle bakıverdi. Kral içeride oturmuş, kamplarla ilgili bilgi topluyordu. Yanındaki uşağı pek becerikli ve olgun bir kişiydi. Kralın gözdesiydi ki hatta kendisinden bile öyleydi.

Sonuçta en küçük oğuldu o. Yiyip içmek ve eğlenceler düzenlemek dışında kendisinden ne beklenebilirdi ki?

Ama babasının onu rahat bırakmaya niyeti yoktu.

"Geldin demek," dedi neşeyle. Anlaşılan kamplardaki son durumlar bir hayli iç açıcı idi. Yoksa her zamanki gibi somurtup dururdu.

"Seni neden çağırdığımı biliyorsundur herhâlde?"

Ranvier başını salladı ve kralın yanına geçip oturdu. Masadaki her şey çoktan karman çorman olmuşken Ranvier hangisine dikkat kesileceğini bilemedi. En sonunda şarabın son yudumu dikkatini çekse de canı istemedi ve gözlerini babasının sorgulayan bakışlarına dikti.

"Haber aldım," dedi soğukça. "İrina ile gitme kararını bana da sorsaydın keşke."

"Ah, hadi Ranvier," dedi kral önemsizce. "Birilerinin bizi temsil etmesi gerek ve iş de ciddiye bindi, biliyorsun."

"Sonrea Prens'inin yanına mı gideceğim yoksa Prens Ares'in yanına mı?"

Kral sudan bir yudum aldı. Daha doğrusu su görünümlü bir çeşit şifayı. Güneşin ışığı babasının ela gözlerine çarpınca bir kez daha ona hiç de benzemediğini fark etti. Ranvier tıpkı annesiydi. Onun gibi siyah saçlı ve mavi gözlü olup Kuzey'e has bir konuşma biçimne sahip olurken babası daha çok güneylilere özgüydü. Onlar gibi gür sakalları ve saçları bulunurdu. Hatta bir keresinde sırtına kadar uzatmış fakat en sonunda kestirme kararı almıştı.

"Her ikisine de," diye cevap verdi kral. "Lanetlilerin işini her ikisi de üstlenmiş."

"Pek güvenmiyorum," dedi Ranvier. "O prens kendi çıkarı için her şeyi yapar."

"İş, senin güvenip güvenmediğine kalmadı Ranvier. Artık ciddi bir görev üstlenmelisin. Kardeşlerin kendilerini geliştirirken sen hâlâ aynı yerinde sayıklayıp duruyorsun."

"Bana fırsat vermiyorsunuz," diye bir hışımla konuşsa da Ranvier, bu kralı tatmin edip de kralın umurunda olmadı.

"Al işte sana fırsat. Böylesi önemli bir görevi sana ve kız kardeşine veriyorum. Hem Selentya'dan da gelenler olacak."

"Lanetlileri kendi emelleri için kullanan Selentya mı baba? Ne değişmiş ki onlar için?"

Kral kısa bir an homurdandı ve derin bir iç çekti. "Dengeler değişiyor Ranvier, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak."

Kral öyle bir konuşmuştu ki sanki dünyada yer değiştirmeyecek taş kalmayacakmış gibiydi. Sanki kıyamet yakınmış gibiydi.

"Hadi artık oğlum," dedi kral az da olsa cesaret vermek için. Tabii bu Ranvier'in gözünden kaçmadı. Dahası buna alayla yaklaştı. "Sana güveniyorum. Ve kız kardeşine de."

"Kardeşim bir lanetli baba," dedi Ranvier. Çünkü anneleri farklıydı. Aslında Ranvier'den sadece bir yaş küçüktü ve kralın birkaç kez olan kaçamağı böyle bir şeye sebep olmuştu. Neyse ki İrina'nın kimseye bir zararı yoktu. Gerçi, o bir lanetliydi. Ne kadar az zararı olabilirdi ki? Geçenlerde sinirinden masayı ayağa kaldırmış, ortalığı da yerle bir etmişti. Bir keresinde askerin kemiklerini çatırdamasını en derinden duyana dek kırmış ve adamı da sakinleşene dek bırakmamıştı.

"İşte bu yüzden de kaderini değiştirmeye gidecek Ranvier, artık çocuklar gibi mızmızlanma ve hazırlanmaya başla."

Ranvier bir şeyler değiştiremeyeceğini anladığında boyun eğmek zorunda kaldı ve yolculuğu da kabul edip en kısa sürede toparlanmaya başladı. Hem, kardeşinden başka alacağı pek bir şeyi yoktu. Belki üç beş hizmetli veya koruma alırdı, o kadar. Ondan başka neye sahipti ki zaten?



GÖNÜL IŞIĞI (YAZILIYOR)Where stories live. Discover now