4. BÖLÜM

10 5 0
                                    

   Yolculuk boyunca içim içimi yiyordu adeta. Kimse konuşmuyor, herkes birbirine düşman gözüyle bakıyordu. Tam sekiz saattir yolculuk yapıyorduk. Ara sıra başımı koltuğa yaslayıp uyukladığım olmuştu. Aslında buna mecbur kalmıştım. Yoksa sekiz saatlik yolculuk hayatta çekilmezdi.
İtiraf etmem gerekirse ailemin ne yaptıklarını çok merak ediyorum. Yıllar önce abimin kaybolması olayından sonra benzer bir hadiseyle benim gitmem, onların tabiriyle kaybolmam, çok yıkıcı bir olaydı. Bunu annem ve babama yaşattığım için kendimi affedemeyeceğimi hissettim. Gece yolculuğu beni daha da çok geriyordu. Müdür mola verip vermeyeceğimiz hakkında soru sorduğunda Koray gerek olmadığını söylediğinde kimseden ses çıkmamıştı. Bu yüzden tam sekiz saattir aynı koltukta oturuyorduk!
Tam Koray’a öfkelendiğim anda büyük bir denk gelişle müdür sesini yükseltti.

“Gençler! On dakika sonra mola vereceğiz. Moladan sonra İstanbul’a bir saatlik yolumuz kalmış olacak.” Ben, müdürün sözlerine sevinirken arka koltuktan öfkeli bir fısıltı duydum.

“Hiç vermeye gerek yoktu!”

Ezgi sinirini belli edercesine konuştuğunda onun da Koray’a çok öfkeli olduğunu anladım.

Kısa bir süre sonra bir petrol istasyonunda araç durdu. Başım uzun süren yolculukta dolayı şişmiş gibiydi. Saat sabah yediye geliyordu. Yeni aydınlanmış bu havada biraz olsun yürümek bacaklarıma ve başıma çok iyi gelebilirdi.

Araç durur durmaz ilk ben ayaklandım. Kapı açıldığında kendimi hızlıca dışarı atıp koşarcasına petrol istasyonunun marketine doğru koşarcasına ilerlemeye başladım. Hilal de hemen peşime geliyordu. Markete girdiğimde hızlıca tuvalet bulup elimi yüzümü bol suyla yıkadım. Biraz olsun rahatlamanın verdiği hisle derin derin nefes alıp vermeye başladım. Buna gerçekten de ihtiyacım olduğu belliydi.

“Hilal.”

Arkamda duyduğum sesle birlikte kaşlarım çatıldı. Ağır ağır doğrulduğumda sarışının hemen arkamda dikildiğini gördüm. Yüzü çok solgun duruyordu. Sanki sekiz saatlik yolculuk boyunca aralıksız ağlamıştı. Üstelik tuvaletin lambası da bozuktu. Sürekli cızırdıyor, beni daha da çok tedirgin ediyordu.

“Memnun oldum. Seray Kaya.”

Elimi uzattığımda solgun yüzünde yarım yamalak bir gülümseme oluştu. Elini kaldırdı ve Ezgi’yle olan senaryodan çok daha farklı bir şekilde sıcak karşıladı.

Ellerimizi sıktığımızda yüzüne düşen bir tutam sarı saçını kulağının arkasına sıkıştırmak için sol elini kaldırdığında sol bileğinde küçük bir işaret dikkatimi çekmişti. Yıldırım şeklinde kırmızı bir çizik, üzerinde dikiş işaretleri. İşaretten çok gerçek bir yaraya benziyordu.

“Yarışma zorlu olacak. Tek bir kazanan olacak ama yine de bu, sizinle ya da seninle aramı kötü tutacağım anlamına gelmez. Diğerlerini anlayamıyorum. Hele Murat’ı…”

Tam da tahmin ettiğim gibiydi her şey. Murat’ı sevmemiş ve hatta en çok da ondan nefret ediyordu. İleride işlerin tersine döneceği zannımca kesindi.

“Haklısın. Ezgi’yle bunu denedim ama-“

“Ezgi mi? O kızdan uzak durmanı tavsiye ediyorum Seray. Yarışma başlayana kadar da başladıktan sonra da.”

Sadece başımı ağır ağır sallamakla yetindim. Onunla pek iyi şeyler yaşamamış oldukları belliydi. Benim gibi onunla konuşmayı denemiş, sonra da benzer senaryoları yaşamış olması olasıydı.

“İşin bittiyse yüzümü yıkayabilir miyim?”

“Tabi ki.”

Tuvaletten çıktığımda molamın geri kalanını açık havada geçirmek istediğime karar verdim. Ellerimi montumun cebine koyup kendimi dışarıya attım. Diğerleri de buradalardı. Ezgi, bankların birisine oturmuş elindeki defterden bir şeyler okuyordu. Koray, telefonda konuşuyor, bir yandan da marketten aldığı tuzlu krakeri yiyordu. Murat ve Kahve de tuhaf bir şekilde sohbet ediyorlardı. İçimdeki bir ses onların daha önceden tanıştıklarını haykırıyordu. Yoksa yolculuk başlamadan kötü diyaloglar yaşayan
Murat’ın Kahveye bu denli sıcak davranması olası değildi. Bir kere karakterine uymuyordu.
Yine aynı içimdeki ses Kahvenin ismini öğrenmem gerektiğini haykırıyordu. Sonuna kadar da haklıydı. İçlerinden bir onun ismini bilmiyordum. Fakat gidip “Senin adın ne?” diye soramayacağım aşikârdı. Bu durumda Hilal’e sormam en mantıklısıydı.
Hilal de tuvaletten çıktığında onu durdurdum.

“Sana bir şey soracağım.”
Tereddütlü çıkan sesimden sonra hafifçe kaşları çatıldı.

“Dinliyorum.”

“Murat’la konuşan kişinin ismini biliyor musun?”

Duraksadı. Zaten çatık olan kaşları zor dikkat edilirse biraz daha çatıldı. Yüzünde oluşan küçük mimik değişimlerinden anladığım kadarıyla sorduğum soruyu gerçekten garipsemişti. Oysa sadece bir isim sormuştum. Acaba Hilal de mi Kahveyi tanıyordu?

“Caner.”

Tek kelimelik cevabından sonra başımı sallamakla yetindim.
Caner…

Kahvenin ismini biraz geç öğrenmiştim. Hilal’le tanışmamış olsaydım yüksek ihtimalle yarışma başlayana kadar da öğrenemeyecektim. Bu gerçekten gülünç olurdu.

“Gençler! Hadi gelin.”

Müdürün çağırmasıyla hepimiz araca doğru ilerlemeye başladık. Caner sırtını arabaya yaslamış, kollarını da birleştirmişti. Yine en son girecekti.
Murat arabaya geçtiğinde Koray da telefonunu kapatıp peşine girdi. Biz de arabaya geldiğimizde geçmesi için Hilal’e yol verdim. Gülümseyerek geçtiğinde duraksadım. Zoraki bir gülümsemeydi. Göz kaslarında herhangi bir kıpırdama olmamıştı. İçinde sakladığı bir şey olduğu belliydi. Ailesi tarafından yarışmaya zorlanıyor olabilirdi.

“Ne oldu?”

Yanımda duyduğum soruyla hafifçe gözlerimi kırpıştırıp sorunun sahibine döndüm. Caner merakla bana bakıyor, istifini bozmak yerine benden gelecek cevaba odaklıydı.

“Hiçbir şey.”

Sorusunu cevapsız bırakarak araca bindim ve Hilal’in yanındaki yerimi aldım.

&

Nihayet İstanbul’a geldiğimizde saat dokuza geliyordu. Yorucu ve bir o kadar da uzun bir yolculuktu. Şu anda kalacağımız otelde olmamıza rağmen kendimi çok konforsuz bir yerdeymiş gibi hissediyordum. Ya da çektiğim vicdan azabı içimi yiyordu. Yarışma hemen yarın başlayacaktı ve ben bu geceyi nasıl geçireceğimi düşünüyordum.

Ben, Hilal ve Ezgi bir odada, erkekler de iki oda ilerimizde kalıyorlardı. Odalar üçer kişilikti. Saat gece on bir olmasına rağmen üçümüz de konuşmuyorduk. Herkes telefonlarıyla uğraşıyordu. Ben de dahil. Fakat uçak modunu ve konumumu açmaya korktuğum için sadece galerimde gezinmekle yetiniyordum. Aynı fotoğrafların üzerinden ikinci geçişimdi. Bir daha kez aynı işlemi yaptıktan sonra saat gece on iki olurdu.

Her geçen saniye heyecanım adeta ikiye katlanıyordu. Diğerlerinin de benim gibi hissedip hissetmediğini ise anlamak zordu.

LABİRENT~Where stories live. Discover now