13 YIL ÖNCE

17 2 12
                                    

                                                                                     1978 yılı
Rauf Bey, Vilnüs şehrinde bir apartman dairesinde ailesi ve beş çocuğuyla yaşarken, bir akşam eve geldiğinde karısı Mariya,  ona Azərbaycan'dan  bir telefon geldiğini, bir kadının acil onu aramasını istediğini bildirirken, kalbi sıkıştı.
"Yoksa.... annem mi?" diye içinden geçen sızıltıyla ana dilinde fısıldadı.  Mariya karısının adını söyleyince şaşırdı, hemen telefona koştu.

"Mutlaka kötü bir şey olmuştu, yoksa bu kadın ölür de aramaz beni" deyip numaraları çevirdi. Telefon İstasyonundan Azərbaycan Sovyet Sosyalist Respublikası Gence Şehri'ni bağlamalarını rica etti ve  numarayı söyleyip bekledi. Uzun bekleyişin ardından telefon ziliyle irkildi. Ayağa kalktı aceleyle ahizeyi kulağına götürdü. Uzaktan derinlerden gelen sesi,
karısının sesini duyunca bir ılıklık yayıldı içine. Vatana hasret kalbi o sesle hafifledi.
"N'oldu sen beni aramazdın ?" dedi sakın  sesle.
"Yine aramazdım  fakat kızın sözkonusu. Onun başına açtığın belayı temizle diye aradım. Mansur kızına eziyet ediyor, Rauf. Her gün dövüyor, sövüyor.  Kızın yetmedi torununu da incitiyor. Artık ben başedemiyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Boşatmak istedim. Razı saldım kızını fakat adam ne yaptı bilmiyorum geri aldırdı dilekcesini. Diyor kocana sor, o biliyor neden yaptığımı. Söyle ona 'bu jurnaldi' diyor. Sana da bir şey yapacağını söylüyor. Ne var aranızda bilmiyorum, kızımı aranızdaki meselelere karıştırma Rauf.  Bu işi düzelt, yoksa seni de onu da milise vereceğim. Kızımı harcatacağımı sanma."

Rauf Bey susmuş karısını dinliyordu. Dinledikçe de renkten renge giriyor. Boğazında bir şey kalmış gibi yutkunuyordu. Karısı ise uzun zamandır biriktirdiği tüm şikayetleri şu on dakikaya sığdırabilmek için heyecanla durmadan  konuşuyordu.

"Dün onlara gittim,  yine kızın  yüzü gözü mosmordu. Birkaç kelime söyleyeyim dedim Mansur'a, beni tehtit etti  kızımla. Bak Rauf, bu adamı başımıza sen sardın. Sen temizle, ne yaparsan yap, bilmiyorum, boşasın kızımı. Benim ona yedirecek kızım yok artık, bunca yıl sustum, artık  susmayacağım. Allah Allah, ne iş yaptığı da belli değil çalışmıyor da fakat hazine bulmuş gibi  parası da  bitmiyor. Tüm gün yan gelip yatan adam,  çatır çatır yiyip içiyor harcıyor. Hiçbir şey yok sadece bunları söylesem hükumete, biliyorsun, ilkeden sürülür. Ucunun sana dokunacağından korkuyorum. Ne de olsa.... " dedi ve sustu bir kaç saniye.  Neyse çocuğu var babasının yargılanmasını istemem. Söyle, adam gibi boşasın kızımı. Ne yaparsan yap, bir çare bul. Kalk gel bu işi temiizle. "
Rauf ağzını açmaya fırsat bulamamış karısı  telefonu kapattı. Adam ahizeye bakakaldı diyecekleri özürleri içinde. Belki de böylesi iyiydi. Karısı da söylemekle bir şey kazanamayacağını anlamış olacak ki bir cevap beklemeden kapatmıştı telefonu. İcraat beklemekte haklıydı. Anlaşılan denecek bütün lafları söylemişti kadın Mansur'a, son çare aramıştı Rauf'u. Biranlik sükutun ardından yeniden Telefon İstasyonu'na bir numara daha bağlamalarını rica etti. Bu kez yarım saatten fazla bekledi. Zil çalınca kanepenin üzerine koyduğu telefonu bekletmeden kulağına götürdü. 
"Alo Mansur, ne yapyorsun? "
"Ne yapacan? "sesindən içkili olduğu aşikardı. 

"Hiç" dedi "neden bu saatte içki içiyorsun. Kulağıma kötü şeyler geliyor. Kendine gel."
"Vay vay bak sen? Bana bak, göndermemişsin paramı, ne yapayım ben de sinirleniyorum. Sinirlenince de canım içki istiyor."

"Tfu Allahın belası, iliğimi kemiğimi sömürdün " deyip ardından 

"derdin o mu tamam tamam ama sus, kızıma dokunma."

"Emredersin komutanım! Dur neydi Rafo."

"Sus be adam, benden haber bekle."

Deyip ahizeyi yerine bıraktı sinirle.
Mariya mutfaktaydı. Kocasının sesini duyup odaya girdi.
"Çhto sluchilos'?"(ne oldu?) Rauf Bey karısının merak dolu gözlerine bakıp sinirini bastırmaya çalışarak 

"nichego,  idi spat" (hiç bir şey, git yat) deyip karısını sakinleştirdi. Fakat kendisi hiç de sakın değildi, bir şey yapmalıydı, bu adam başına bela olmadan ondan kurtulmalıydı.
Üç gün sonra bilet alıp ülkesine uçtu. Giderken yine her defasinda olduğu gibi  Pırlanta saat ve yüzük taktılar koluna. İçine saklanmış işlenmemiş elmasları da unutmadılar.   

Onları karanlık tünellerde gereken insanlara verdu. Onlarla konuşup  Mansur'u aradan götürmelerini istedi. Mansur'un ondan şüphelendiğini kaç zamandır kendi yöntemleriyle susturduğunu ve bir gün başlarına bela olacağını söyleyip ne yapmaları gerekiyorsa yapmalarını söyledi.   

Rauf Bey bir kaç gün sonucu beklemek  ve hemen geri dönüp dikkat çekmemek için Bakü'de  otelde kaldı. Bu sırada izlenme ihtimaline karşın kimseyle görüşmemeye çalıştı. Turist gibi gezip dolaştı memleketinde.

 Bir kaç gün sonra Rauf Bey  akşam sekiz haberlerini seyrederken  

"Mansur Aliyef adlı vatandaşın alkollü şekilde araba kullanarak kaza yaptığı ve de bir kamyonun altında kalarak feci şekilde can verdiğini duydu.  Bu haberin ardından bir gün daha kalıp kimseye görünmeden geri döndü. Eve döndükten hemen sonra karısına telefon edip nasıl olduklarını sordu.

"Mansur öldü" dedi karısı.

"Allah zalimin zulmünü cezasız bırakmaz "dedi. " Sana ihtiyacımız kalmadı. Arama, sorma bir daha. Kızıma da bulaşma. Hep olduğu gibi çık hayatımızdan." dedi ve telefonu kapattı.

  Rauf torununun koluna o kıymetli saati takarken günahlarının kefaretinin ödüyormus gibiydi adeta rahatlamıştı. Fakat şimdi düşünürken içi sıkıldı.

'Ya fark ederlerse' dedi
'Yok canım ben o arabaya oturdum. Verdim ona o da aldı.'
'Uff başım belada mi peki o arabalar. Diğerleri içindir. Yarın onları da bırakıp def olup gideceğim. Artık yeter, kaldiramiyorum. Ya torunun da başını belaya soktuysam. Nereden bilecekler canım, ben o saati o adama verdim." dedi ve olanları hatırladı.

Neden?Dove le storie prendono vita. Scoprilo ora