TÇ-23

253 33 65
                                    

Yoğun istek üzerine bölümü yayınlamaya karar verdim. Biliyorsunuz ki YKS sınavı 4 ay sonra, aşırı yoğun olduğum için buraya zaman ayıramıyordum. İki aydır bölüm yayınlayamadım kusura bakmayın. Oy verip, yorum atarsanız çok sevinirim. Bir sonraki bölüm sınavdan sonra yayınlanacak bu bölümle bir nevi sezon finali vermiş gibi düşünebilirsiniz. Sınavdan sonra yeni bölümlerle burada olacağım. Keyifli okumalar :)

***

Vücudumu sarsan ellerle uyandığımda ağzı leş gibi içki kokan babam karşımda duruyordu. İçerisi aydınlıktı. Onun o iğrenç suratını net bir şekilde görebiliyordum. Beni uyandırdığında yatağın yanındaki hastane ürünlerinin içinde bulunduğu dolabı açtı. Bir iğne ve enjeksiyon tüpü çıkarıp tüpteki sıvıyı çekerken bir yandan da beni baştan aşağı kötü bakışlarıyla süzüyordu. İğneyi doldurduktan sonra kolumu tuttuğu gibi iğneyi koluma sapladı. Ben acıyla inlerken iğnedeki sıvının hepsini koluma enjekte etti. 

"Ne yapacaksın? Amacın beni öldürmekse bunu hemen gerçekleştirebilirsin." diye söyledim onu azarlayarak.

Kahkahası kulaklarımı doldururken, "Acı çekerek öldüğünü gözlerimle görmek istiyorum." dedi sevinçle. 

Başım dönüyordu, biraz önce koluma enjekte ettiği ilaç etkisini göstermeye başlıyordu. Kasıklarım ağrımaya başlamıştı. Canım yanıyordu. Deli gibi canım yanıyordu. Gözlerim yavaştan kapanırken en son gördüğüm şey babamın elindeki halatla bana doğru geldiğiydi. 

***

Selin'den...

Hastaneden bir hışımla çıkıp kapıdaki polislerden birini de peşimde sürükleyerek Alara'nın şu anda bulunduğu yere doğru gidiyorduk.

 "Emin misin orada bulunduğundan" Adının Enes olduğunu öğrendiğim polis memuru bir yandan arabayı Aslı ablanın vermiş olduğu adrese götürürken bir yandan sinirimi bozabilecek soruları art arda soruyordu. Onunla gitme fikrine bana sorduğu sorulardan ötürü pişmandım.

 "Eminim eminim" deyip onu geçiştirdim. Yol boyu dışarıyı izledim, geçtiğimiz yolların bizi nereye götüreceğini tahmin bile edemiyordum. Uzun bir süre yolu bulmaya çalıştık ama verilen adres o kadar kafa karıştırıcıydı ki yolu bir saat uzatarak depoya benzer bir yere gelmiştik.

Aklımda bir sürü kötü senaryo canlanıyordu. Alara'nın hayatta olmamasını bile düşündürecek kadar kötü bir yerdi burası. İçeri girdiğimizde etraf karanlık ve mide bulandıracak şekilde kan kokuyordu. Telefonumun flaşını açıp etrafta gezdirdiğimde Alara'nın yerde yatıyor olduğunu gördüm. Hemen yanına giderek onu uyandırmak için omuzlarından tutup sarstım ama herhangi bir tepki vermedi. 

"Alara! Alara, hadi aç gözlerini!" Yattığı yerden onu doğrultup bana bakması için kafasını yüzüme doğru tuttum. Hala kapalı olan gözleri, tepkisiz vücudu ile karşımda durmaya devam ediyordu. 

"Yaşıyor mu?" Bu soru karşısında vücudum titrerken şu ana kadar Alara'nın nabzını kontrol etmek aklıma gelmemişti. Kollarını tutan ellerim yumruk yapmış olduğu ellerini buldu. Yumruğunu açtığımda avucunun içindeki morluklar dikkatimi çekmişti. Ne zamandır burada, bu haldeydi? Kafamın içinde yüzlerce soru dönüp dururken bunu düşünmenin şimdi sırası değildi hızlıca Alara'nın nabzını kontrol ettiğimde nabzı çok yavaş atıyordu. 

"Acilen hastaneye götürmeliyiz."  diyerek ayağa kalktım. Enes yere çömelip Alara'yı kucakladı. Hemen kapıyı açıp oradan geçmelerine yardımcı oldum. Arabaya binip yol boyu Alara ile ilgilenmekten ne ara hastaneye geldiğimizi bile anlamazken arabadan inip sağlık görevlilerine sedye getirmeleri gerektiğini söyledim.

TAKINTILI ÇOCUKWhere stories live. Discover now