✣ ⅩⅠⅠⅠ ✣

1K 180 116
                                    

Elbette huzurlu, uzun bir uyku çekmedim.

Kaç saat uyuduğum hakkında bir fikrim yoktu ama vücudumun her yanı dayak yemişim gibi ağrıyordu. Beni uyandıran şey de gördüğüm bir kâbus oldu zaten.

Kendi cenazemi gördüm. Kimsenin katılmadığı bir cenazeydi bu. Yağmurlu bir gündü, hava kapalıydı. Tüm olanları üçüncü birinin gözünden izliyordum. Bedenim tabuta koyuldu, gömüldüm. Beni gömen iki kişiyi de tanımıyordum.

Saatler sonra annem, babam ve ablam geldi. Hepsinin üzerinde siyah giysiler vardı. Yüzleri, elleri... Her yerleri yanık izleriyle doluydu. Saçları yoktu. Mezarımın başında bir süre beklediler. Annem mezarıma bakarken gülümsedi. Hiçbiri ağlamıyordu. Ablam dümdüz bir ifadeye sahipti, babamınsa pek umrunda değil gibiydi.

Annem mezarıma tükürdü. "Sana söylemiştim." dedi. "Hep benim oğlum olacaksın."

Sonra birden kendimi dışarıdan izleyen biri olarak değil de, tabutun içerisindeki bedenimde buldum. Gözlerimi açtım. Kapkaranlıktı, havasızdı. Ne kadar çırpınsam da, tabutun kapağına vursam da kimse beni duymadı. Panikledim. nefes alamamaya başladım.

Sıçrayarak uyandım sonra da.

Nefes nefeseydim. Odanın ışıkları kapalıydı, bu yüzden birkaç saniye nerede olduğumu algılayamadım.

Gözüm alışınca hâlâ aynı muayenehanede olduğumuzu fark ettim. Doktor, kollarını göğsünde bağdaştırmış, bir bacağını diğerinin üzerine atmıştı. Başı önüne düşmüştü. Uyuyakalmış olmalıydı.

Kendimi sakinleştirmeye çalışarak doğruldum. Sırtım terden sırılsıklamdı. Ağzım kuruydu. Kolumdaki serum da çıkartılmıştı.

Bacaklarımı yataktan sarkıtıp tamamen oturur pozisyona geçtim. Birkaç saniye soluklandıktan sonra ayağa kalktım.

Doktor uyanmadı.

Gerçekten yorgun düşmüş olmalıydı. Normalde çıt çıksa uyanırdı çünkü.

Parmak uçlarıma basarak kapıya doğru ilerledim, Namjoon hâlâ gitmediyse eğer onunla konuşmak istiyordum. Saatin kaç olduğuna dair bir fikrim de yoktu gerçi.

Kapıyı yavaşça araladım, başımı koridora uzattım.

Tekli koltuklardan birinde Namjoon oturuyordu. Inyeop görünürlerde değildi.

Kapının açıldığını fark edince kafasını elindeki telefondan kaldırıp bana baktı. Göz göze geldik.

Anında ayağa kalktı. Koridorda bizden başka kimse yoktu. Aramızdaki mesafeyi kapatıp bana sıkıca sarıldı.

Sarılışına karşılık verdim. Tutuşu o kadar sıkıydı ki nefes alamadım bir an.

"Aklından ne geçiyordu?" diye fısıldadı.

"Üzgünüm." dedim, ondan yavaşça ayrılırken. "Ne desem anlamsız."

Başını iki yana salladı, gözleri yaşlarla parlıyordu.

Odanın kapısını sessizce kapattım, Namjoon'a döndüm. "Oturalım," dedi, diğer tekli koltuğu işaret ederken.

Dediğini yapıp koltuklardan birine oturdum. O da yanımdakine çöktü.

"Saat kaç?" diye sordum, birkaç saniyelik sessizlikten sonra.

"Üçe geliyor."

"Eve dönmeliydin." dedim. "Yordun kendini."

"Saçma sapan konuşma." Sesi sertti.

"Taehyung, düşünsem de içinden çıkamıyorum." dedi. "Neler oluyor?"

Midnight Sessions | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin