Ruya-ı Sadıka

27 4 2
                                    

Gökyüzünün griye çaldığı, rüzgârın kucağında azap tohumları taşıdığı bir sabahtı. Havanın kasvet yüzünden ağırlaştığı adeta hissediliyordu. Belli ki bir yerlerde kötülük kol geziyor fenalık yaklaşıyordu. Gökyüzünün kalbinde griliği adeta yaran iki kara leke göründü. Yaşanılacakları haber veriyormuşçasına simsiyah dört vahşi kanat. Birbirine kenetlenmiş gibi duran, kulakları sağır edercesine çığlıklarla yere doğru ivmelenen iki kasvet topu. Ve çakılış...


Toz bulutunun dağılmasıyla belirsizlikten arınan iki karga göründü. Birbirinden çok ta farklı görünmeyen bu iki leş kargası öldüresiye bir savaş halindeydi gökyüzünden yere çakıldıklarında. Biri diğerinden daha siyah duruyordu. Simsiyah! İçinde ki haset kıvılcımları onun dış dünyasına sızmış renginin bile zifiri olmasına sebep oluyordu. Gururlu ve kin dolu bakışlar ile pençesinin altına aldığı diğer kargaya tepeden bakıyordu. Yere sere serpe uzanmış karganın canını alacak olmak ona haz veriyordu. Öte yandan *canhıraş çığlıklar atan karga yerden henüz doğrulamadı. Yüzünün yarısı toprağa gömülü diğer yarısı ise zifiri karganın pençesinin altında eziliyordu. Nefes alıp vermekte güçlük çekiyor gagasını kımıldatamıyordu. Pençesinin şiddetini azaltarak doğrulmasına izin verdi. Ama gözünü biran olsun üzerinden ayırmıyordu. Kanatlarını hafifçe havalandıran karga başını topraktan ayırmak için hafifçe kımıldadı. Zorlukla ayağa kalktı ve zifiri karganın önünde gagası açık, kanatları titreyerek durmaya çalışıyordu. Ona adeta teslim olmuş ölümü için bekliyor gibi görünüyordu. Asla kaçmaya çalışmadı ve direnmedi. Zifiri karga bu oyunun gereksiz uzadığını fark ettiğinde kanatlanıp yerden yükseldi. Yerde kalan karga başını önüne eğip Azrail'i selamladı. Kurşun gibi delici bir hızla pençelerini yerdeki karganın boynundan geçiren zifiri karga onu yerden metrelerce yüksekliğe çıkarttı. Kanatlarını çırparken aldığı haz ile o iğrenç sesiyle çığlıklar atıyor pençesini daha da sıkılaştırıp adeta boynundan girip iç organlarını parçalamak istiyordu. Ve nihayet onu tatmin eden bir yüksekliğe ulaştığında pençelerini hafifçe serbest bıraktı. Pençesinin arasından usulca sıyrılan karga kanlar içinde gökyüzünde süzülüyor kurban gittiği için gülümsüyor gibiydi. Akan kan damlaları fersiz bedeninden önce toprakla buluşmuştu bile. Ama toprak akan kanları emmeyi emir almış gibi reddediyor yüzeyinde gölet oluşturuyordu. Yüzeye yaklaştı. Yaklaştıkça hızlandı ve ...


Kan ter içinde uyandı Mete. Kalbi göğüs kafesinde kalmayı reddediyor kaburgalarını parçalayıp dışarı çıkmak için çırpınıyordu. Omurgasının her bir santiminden geçen gerilim akımı hareket etmesini kısıtlıyordu. Üç gecedir gördüğü bu kâbus onu soluksuz bırakıyordu. Geçtiği iki gecede birebir aynı kâbusu gördü ve bu durumun bir tesadüf olmadığını anladı. Yayından fırlatılmış bir ok gibi yatağından çıktı. Güçlükle kirasını ödeyebildiği evinin en huzurlu odası olarak hissettiği çalışma odasına gitti. Evrakları ile bezeli masasının sandalyesini şiddetle geriye çekti. Masanın üzerinde henüz birkaç saat önce kapağını kapattığı laptopunu büyük bir merakla yeniden açtı. Ekranın gözleri delen ışığına inat sağ alt köşedeki saati aradı gözleri. Sabaha karşı üçtü. O gece iç sıkıntısı yüzünden kolay uyuyamadı. Son birkaç gündür hayatının kalitesini düşüren bu rüya onu fazlasıyla etkiledi. Nerden başlayacağını, ne araması gerektiğini bilmeden arama motoruna 'Tekrarlanan rüyalar' yazdı. 'Kişinin iç dünyasında çözülemeyen bir sorunun ifadesidir.' okuduğu açıklama iç hesaplaşma yaşamasına sebep oldu. Katil kargaya duyduğu iç güdüsel sempati onu biran rahatsız etti. Ama o karganın aldığı hazzı hissediyor pençesinde tuttuğu cesete karşı yaşadığı üstünlük ve galibiyet tüm olumsuz duygularından sıyrılıyor onu kendine hapsediyordu. Gururunu okşuyor ve tek hâkimin kendisi gibi hissetmesine neden oluyordu. Yüzünde ki o kibirli gülüşü fark ettiği anda irkildi ve aradığı metni sildi. Gördüğü kâbusta onu en çok etkileyen vaka; kanın toprak yüzeyinde birikmesiydi. Arama motoruna bu sefer 'Toprak kanı neden emmez?' yazdı. Çıkan sonuç karşısında gözleri yuvasından çıkacak gibi oldu. Kalbi sıkıştı. Beyin hücrelerinin karıncalandığını hissediyor, böyle bir kâbusu görmüş olduğuna inanamıyordu. Çıkan sonuç 'Habil ile Kabil' kıssasıydı.


*Canhıraş: Tüyler ürpertecek denli korkunç, yürek parçalayan, acı acı çığlık



Bir süre donuk gözlerle ekranı seyretti. Yutkundu. Vicdanı ruhunu fazlasıyla rahatsız ediyordu. Nefsinin kırbaçladığı gurur ve kıskançlık duygusunun bu denli korkunç olduğunu fark edemedi. Okumaya daha fazla dayanamadı ve ekranı yıkılmış bir şekilde kapattı. Araştırmasının üzerinden 1,5 saat geçmişti ama Mete bunu fark etmedi. Sandalyesini bacakları ile itip masadan ayrıldı. Odasına gidip bir süre yatağında oturdu. Ellerini dizlerinin arasına koymuş öylece yeri seyrediyordu. Telefonu arama yapmak için eline aldı. Ama kimse bu saatte özür dilemek için aranmazdı. Kalktı. Dolaptan üzerine gelişi güzel bir şeyler giydi ve kendini daha rahat nefes alabilmek için dışarı attı.


Arnavut kaldırımlarından sokağı vardı oturduğu mahallenin. Sokak aydınlatmaları henüz kapanmamış olmasına rağmen amaçsızca yürüyordu Mete. Yolun sonunda denizi görecek olmanın verdiği huzurla ilerliyordu çarpık taşlara basarak. Nihayet denize ulaştı. Deniz henüz gri geceliğini çıkartıp, mavi elbisesini giymemişti. Boş bulduğu banka yorgun ve uykusuz bedenini bir eşya bırakır gibi bıraktı. Ardına yaslandı ve gözleri artık akacak olan damlaları taşımayı reddetti. Gözyaşlarında boğulduğunu hissettiği anda elleriyle yüzünü kapattı. Utancını ve üzüntüsünü saklamak istercesine. Boş caddede Mete'nin hıçkırıkları yankılandı.


Mete ailenin büyük oğluydu. Üniversite mezunu olmak için bir bölüm okumuş ve hayata karşı istediği başarıyı elde edememişti. Okuduğu üniversite ile alakası olmayan, geliri az ama mesaisi çok bir işte çalışıyor mutlu bir hayat sürmüyordu. Yaşadığı bu hayat onu hırçınlaştırıyor yanlış kararlar ve tepkiler vermesine sebep oluyordu. Efe ailenin küçük oğlu Mete'nin 6 yaş küçük erkek kardeşiydi. Zekasının yanı sıra oldukça çalışkan ve azimli bir delikanlı idi. Bu yıl üniversite sınavına girmiş ve derece ile bir üniversiteye yerleşmişti. Aile bu haberi bayram coşkusuyla kutlamış yapılan organizasyonlara Mete katılmamıştı. İçerisinde büyüttüğü kıskançlık duygusu kardeşine olan sevgisini günbegün solduruyor, hasetlik duygusu her geçen gün ağır basıyordu. Ailesinin sevgisini sorguluyor kendine karşı asla böyle davranmadıklarını düşünüyordu. Üç gece önce zorla katıldığı aile yemeğinde yine Efe'nin başarıları konuşulmaya başlanmış, öfkeden gözü dönen Mete akşam yemeğinde olay çıkartmıştı. Kardeşinin üzerine yürüyen Mete, ona hakaretler ediyor annesini ve babasını suçluyordu. İki kardeş arasında adaletsiz bir sevgi aktarımı yaptıklarını Mete'nin hayatının kötü gitmesine oğulları ile ilgilenmekten müdahale etmediklerini bağırıp duruyordu. Annesi üzgünlüğünü gizleyemeyip bir köşede ağlıyor, babası ise Mete'yi kucaklayıp yaka paça sakinleştirmek için Efe'den uzaklaştırmaya çalışıyordu. Efe ise olayların şaşkınlığı ile abisini izlerken gözlerinde ki üzgünlüğü saklayamıyordu. Mete avazı çıktığı kadar bağırıyor kardeşine küfürler ediyordu.Biran tüm gücüyle Efe'ye bakarak 'Keşke ölsen!!' dedi. 'Keşke seni kendi ellerimle öldürsem ve bu dünyadan varlığını silsem! Ya da hiç var olmamış olsan. Ailenin tek evladı ben olsam. Keşke ölsen Efe Keşke...' Zaman durdu. Aile nefes almayı unuttu. Duyulan sözler gerçek olamayacak kadar korkunçtu. Babası sımsıkı tuttuğu Mete'yi yavaşça bıraktı. Yaşadıkları hayal kırıklığını hazmetmeye çalışıyorlardı. Annesi oturduğu yerden kalktı ve kalbinde bir virüs gibi yayılan kedere aldırış etmeden Mete'yi evden kovdu. Mete o akşam o evden kendini haklılığına inanarak çıktı. Tüm öfkesini kustuğu için belki de rahatlamıştı ama ilerleyen saatlerde bir enkaz yığınına döndü. Gecenin kaçı olduğuna aldırış etmeden üzerinde hala akşamın tanıklığını yapan kıyafetleri ile kendini yatağına bıraktı. Gözlerini kapattı ve zifiri karga ile tanıştı.


Utancını sakladığı ellerini yüzünden çektiğinde kulaklarında rüzgârın fısıldadığı bir uğultu vardı. 'Kabil...' 'Mete...' 'İlk cinayeti işleyen Kabildi. Ama son cinayeti işleyen Mete olmayacak. Sende onun günahına ortak oldun... Sen Mete'sin... Sen Kabil'sin... Sen Zifiri Kargasın...' Manen sen bir katilsin...


Mete kulağına fısıldayan bu sözlerin kaynağını hiç merak etmedi. Kendi vicdan muhasebesini kaybetti. İşlediği soyut cinayetin ağırlığında ezildi. Pişmanlığın yaşattığı korkunç his ile nasıl savaşacağını ve bu durumu nasıl kurtaracağını düşündü. Cebinden çıkarttığı bir dal sigarayı çakmakla buluşturduğunda gözleri sonsuz maviliklere bakıyordu. Banktan kalktı ve ağır adımlarla yürümeye devam etti. İçinden tekrarladığı tek bir cümle vardı. 'Ben Kabil değilim' Bu cümleleri tekrarlarken sırtında beliren zifiri kanatların farkında değildi...

Son...


Sirius'un Hikaye Evreni Where stories live. Discover now