VI : Épine

5 0 0
                                    

28 mart, 1993
Saat: 19.50
Korea, Gangnam

Cecilia sonunda annesine - Siyeona her şeyi anlatmaya karar vermişti. Siyeon geldiğinde yanına çağırıp onunla konuşmak istediğini söylemişti. Siyeon Ceciliayı kucağına alarak salona kadar taşımış üzerine battaniye örttükten sonra pencereleri açmıştı.

Cecilia kör olduktan sonra Siyeon ile konuşmuyordu. Bir şeyler gerektiğinde ise kendisi halletmeye çalışırdı. Çalıştığı ile de kalırdı. Durmadan yere düşer, bir şeyleri kırar, bir yerlerini çizerdi. Siyeon ona yardım etmeye geldiğinde ise sessizce ağlardı. Cecilia hep anlardı ağladığını belli etmesede.

"Anne...." Siyeon duyduğu kelime karşısında donup kaldı. Cecilia şimdiye kadar ona hiç böyle seslenmemişti. Gözyaşlarını tuttu. "Efendim bebeğim.." Cecilia'nın yanında oturup kafasını dizlerine koydu. Cecilia'nın parmakları Siyeon'un saç telleri arasında narince dans ediyor. "Ağlamayacağına dair söz ver bana" Hiç bir şey söylemiyor. Sessiz kalarak kendini toparlıyor. Uzun süren sessizliğin ardından Siyeon konuşmuştu. "Söz veriyorum"

"Keşke onun benden çaldıklarını geri alabilseydim. Zaman yaklaştıkça, bekledikçe biliyorum o acı burada olacak diye. Ben... yaşıyor muyum? Kendimi feda ettim. Ruhumu. Neden güvendim ki ona bu kadar? Sen beni uyarırken hemde. Sana karşı çıktım ve sonu böyle oldu. Ben... Umutsuz hissediyorum. Sessizliğimin nedenini söylememi ister misin?" Onu onaylayan bir mırıltı çıkarıyor. "Biliyor musun neden sustum ve hiç kimseye hiçbir şey anlatmadım? O bana beni sevdiğini söyledi, buna ne kadar sevgi deniliyorsa tabiki. Reddettiğimde benim için yaptığı iyiliklerin bedelini ödemeli olduğumu söyledi. Ve ben sustum. Mantıklı geldi biliyor musun? Onu ben affettim. Sustuğum için kendimi affetmedim. Affetmeye çalışıyorum" yutkundu. "İncinmek istemiyorum. Nedenini anlamıyorum. Bu acıyı istemiyorum. Ağlamak istemiyorum. Sessiz keder içinde, Tanrı'ya dua ediyorum.Acaba Tanrıdan mı geliyor tüm bunlar? Yaratılanların hepsini mi seviyor? Yoksa hata yapanlara sert mi? Tanrı bana karşı ne kadar adaletsiz olsa da ona inanmayı hiç bırakmayacağım." Siyeon elini ısırıyor ağlamamak için. Kör olan Cecilia değil annesiydi. Şimdi anlıyor. Kelimelerindeki acı onu esiri etmişti. "Acaba hayatım bundan sonra ölene kadar böyle mi olacak?"

"Tüm hayatımı iyileştirmeye çalışıyorum. İşleri yoluna koymak için büyük bir mücadele veriyorum. Acıyı saklamak, utancı saklamak istiyorum. Kazanacak hiçbir şeyi olmadan kendini değersiz hissediyorum"

"Hatanın ve umutsuzluğun derin bataklığındayım. Buradan çıkabilecek miyim?" Gözyaşlarıyla sırılsıklam olmuş kadının eline ıslak öpücükler bırakarak öğlen korkularını söndürdü. "Keder, kısa süre sonra geçip giden bir buluttur Cilia. Sen yalnız değilsin. Hayatın devam edecek. Birlikte mücadele vereceğiz. Gözlerimin önünde mahvolmana izin veremem. Sen umudunu kaybetsen bile benim umudum var"

"Bilmiyorum. Bende o kadar güç kaldı mı? Kendine su gidip alamayan birisi için nasıl umut olabilir? Artık renkleri unutmaya başlayan birisi için nasıl umut olabilir? Bundan sonra görünüşümün, kıyafetlerimin ne önemi var ki? Nerede yaşadığımın, kiminle olduğumun ne önemi var ki? Ben sadece birisiyim. Bu dünyaya fazlalığım"

"Kendimi hayalet gibi hissediyorum. Tüm mutlu hayatların olduğu bir yerde, perde arkasında görünmez bir şekilde dolaşıyorum." Yüzünde ani bir ağrı hissetti. Eliyle yanağını tuttu. "Aklını başına topla Cilia. Ne demek fazlalığım? Ne şimdi hayatının sonuna kadar mücadele etmeyecek misin? Saçmalama. Kendine gel. Hayatın daha yeni başlıyor. Doktorlara gideceğiz, çabalayacağız.. Ve sen Cilia. Kendin için çabalayacaksın. Burada senin ailen var"
Dudakları buruştu. Ağlamaya başladı.
"Değer miydi aynı cehennemi göğsümün üzerine koyup kendi yanışımı izlemeye?
Kaçmak ya da kaçmamak benim elimdeydi.
Hep kaçtım. Ben, bana anlam katabilecek ve huzura yakın ne varsa kaçtım. Çünkü ben, kaburgalarımın arasına huzuru yerleştiren her şeyin bir gün zehir olup kanıma karıştığını gördüm.Cehennemin provası gecelerim vardı, dişlerimin arası sızlardı ve hiç kimse yoktu. Elli beş metrekare, kutu kadar, bir daire içinde bir şubat kenarında çığlık atarken kulağımda yankılanan sesim vardı. Başımda bir ağrı, ayak uçlarımda sinsi bir karıncalanma...Peki ya şimdi, bir kez daha değer miydi aynı cehennemi göğsümün üzerine koyup kendi yanışımı izlemek?Neredeyse her şeyin bir şeye değmediğine ikna oldum. Bunu düşündükçe, insanın karnına soluk bir ağrı giriyor, tuhaf.
Sebepsiz ağrılarım oldu, bacaklarım titredi acıdan, manevi bir yokluk sancısı, bir barut kokusunda yavru ceylan uykusu... Can bedenden çıkmayınca insan da ölmüyormuş anne. Zor oldu. Kaç kez taş bas-bastım göğsümün ortasına, kaç kez tepindim öfkeden..." gözyaşlarına boğulurken arada ağzından hıçkırıklar kaçıyordu. "Affedesim yok kendimi, affedilecek bir yanımda yok zaten. Herkesin hastalıklı yanları ve hastalıklı yanlarını iyileştiren tuhaf ilaçları var. Benim ilacım neydi, düşünmedim. İnsanların açtığı yaralar kapanmadı, mikrop kaptı, daha fazla bedenimi sardı. Ben de tedavi olmaya çalışmadım anne. Söylesene anne nasıl affedeyim?" Küçük çocuk gibi onu kucağına aldı. Parmakları uzanmış turuncu saç tutamları arasında geziniyor. "Bebeğim... üzgün ​​olabilirsin. Depresyondaysan bana koş, üzgünsen ​​bana koş. Her şey geçecek, her şey iyi olacak. Bir daha yalnız bırakmam seni. Söylemesen bile farkederim sivri dikenlerin üzerinde olduğunu. Sana herşeyi unutturucam. Söz veriyorum. Umudunu kaybetme asla. Kendini kurtarmak için asla geç değil" Cecilia'nın göz yaşlarını siliyordu hiç bıkmadan. "Benim güzel oğlum.. Pes etmek için doğru zaman değil. Kendinden kaçma. Kendini affet. Sehyoon'u nasıl affede bildiysen kendinide öyle affet çünkü affedilmeyi hak eden sensin, o orospu çocuğu değil"

Beauty Of Sadness Where stories live. Discover now