-1-

2.6K 117 26
                                    

"Çocukluk
    A/. Elde edemediği, isteyip de alınmayan, ya da izin verilmeyen bir şey için ağlamaktır.
    B/. Yitirip ya da kırdığı bir şey için üzülmesini bilmemek. Bu çocukluktur. Çocuk içindedir onun.
*  *  *
Büyüyünce A unutmak olacak, ağlamak B'ye inecektir.''

Kış ayının ilk günleri olabildiğince soğuk yaşanırken bir de üstüne kar yağmaya başlamıştı. Bu kış gerçekten çok soğuk geçecek gibiydi.

Penceremin yanındaki koltukta oturup dışarıyı izlemek bana huzur veriyordu. Ne zaman kendimi yalnız ve mutsuz hissetsem kendimi burada sessizce otururken buluyordum. Tıpkı şu an olduğu gibi.

Üniversiteden mezun olmak bana yaramamıştı. Evdeki kediyle dahi anlaşamıyordum. Kimseyle konuşmuyor, bütün gün odamdan çıkmıyordum. Başlarda annem neler olup bittiğini anlamaya çalışsa da sonradan sormaktan vazgeçmişti. Haklıydı. Problemin ne olduğunu ben bile bilmiyordum. Sanki bir kara delik günden güne beni içine çekiyordu.

Babam desen biz hariç herkesin derdiyle alakadar olurdu. Zaten babamla muhatap olmamak daha iyiydi. Ne zaman karşılıklı bir diyalogda bulunsak sonu genelde kavgayla bitiyordu.

Babamın zorunluluğuyla okuduğum elektrik elektronik mühendisliği bölümünden birincilikle mezun olmuştum. Her ne kadar bu bölümü istemesem de babamın 'ya benim dediğim bölümü yazarsın, ya da üniversiteye gitmeyi unut.' laflarından sonra mecburen yazmak zorunda kalmıştım. Fazla zengin bir aile değildik ama babamın şirketi sayesinde bizi hayli hayli geçindirebilecek bir aylık gelirimiz vardı.

Yıldız Teknik Üniversitesini hazırlık dahil beş yılda birincilikle bitirmiştim. Okulu bitirdikten sonra işler hiç de istediğim gibi olmamıştı. Elde ettiğim birincilik ile İstanbul'un en iyi şirketlerinden birinde mühendis olarak işe başlamıştım. Ancak birkaç gün sonra ne olduğunu dahi anlamadan kendimi kapının önünde bulmuştum. Bu haksız duruma karşı şirkete dava açmıştım. Başlarda avukatım davayı kesinlikle kazanacağını söylüyordu ancak bir süre sonra davanın seyri değişti ve büyük bir tazminat ödemek koşuluyla davayı kaybettim. Tekstil şirketimiz sayesinde babam medya tarafından gayet iyi tanınıyordu. Babama göre davayı kaybettiğim için onu yedi cihana rezil etmiştim. Belki de haklıydı.

Çünkü kaybettiğim tek şey dava olmamıştı. Şirkete karşı açtığım davayı kaybetmemin ardından başvurduğum hiçbir şirket beni işe almamıştı. Yalnızca biz size geri dönüş yapacağız diyorlardı. 5 yıl boyunca hiç istemediğim bir bölümde gecemi gündüzüme katmış olmama rağmen gördüğüm bu muamele beni çıldırtıyordu.

Düşündükçe çıldıracak gibi oluyordum. Düşüncelerimi bölen kapı sesiyle ayağa kalktım ve kilitli kapıyı açtım. "Yemek hazır Berk Bey, babanız sizi özellikle masada görmek istediğini söyledi. Lütfen benimle gelin." naif ses tonuyla benimle konuşan Nalan ablaya ruhsuz bir şekilde baktım. Kafamı hayır anlamında salladım ve hiçbir şey söylemeden kapıyı Nalan ablanın suratına kapadım. Tekrardan oturduğum pencerenin önüne gittim ve dışarıyı izlemeye başladım. Aradan ne kadar geçti bilmiyorum ama çok değil yaklaşık 10 dakika sonra kilitlediğim kapıya hızlıca vurulunca kendime gelmiştim. "Berk aç şu lanet kapıyı konuşacağız! Ben sana bu kapı kilitlenmeyecek demiyor muyum? Aç şu kapıyı hemen yoksa kırarım!" duyduğum sinirle sesle dudaklarıma alay içeren bir tebessüm kondurdum. Ayağa kalktım ve kapıyı açtım.

Bir,

İki,

Üç...

Veee işte beklenen o hamle. Odada yankılanan tokat sesinden sonra yanağımda hissettiğim acı ile gözlerimi sıkıca yumdum. "Ben sana bu kapı kilitlenmeyecek demiştim değil mi? Başına buyruk hareket etmelerinin sonucunu daha önce gördük. Bir daha bu kapıyı kilitlersen bu odayı başına yıkarım senin. Anladın mı beni!?" konuşmak için ağzımı dahi açmadan kafamı evet anlamında aşağı yukarı sallamıştım. Ancak cevabımdan tatmin olmamış gibi bağırmıştı. Yükselen seslerin ardından yanımıza gelen annem olanı biteni anlamaya çalışıyordu. "Noluyor yine? Sesiniz aşağıya kadar geliyor? Berk yine ne yaptın da babanı kızdırdın oğlum?" Bütün suç Berk'teydi zaten. Diğer herkes sütten çıkmış ak kaşıktı. Berk hariç...

Annemin gözlerinin içine bakarak alaylı bir şekilde güldüm. İkiside bana deliymişim gibi bakıyordu. Belki de haklılardı, delirmiştim. Delirtmişlerdi beni. Bir şey demeden yavaşça arkamı döndüm ve koltuğa ilerledim. Yürümek zorlaşırken, hafiften bulanan midem ve titremeye başlayan vücudum bana acil bir şekilde bir şeyler yememi söylüyordu. Babam kapının önünde bana iğrenmiş bir yüz ifadesiyle baktıktan sonra odamın önünden gitmişti. Annemin ise gözleri üzerimde aklı sıra hasar kontrol yapıyordu. Sessizce yanıma adımlayan anneme dönüp bakma gereği dahi duymadım. "Bir şeyler yedin mi sen? Rengin sapsarı olmuş." duyduğum soruyla birkaç saniye düşündüm. Kimseyle konuşmadığım için çatallaştığına emin olduğum sesime karşılık birkaç defa boğazımı temizlemek adına öksürdüm. "Hiçbir şey yemek istemiyorum." konuşmak adına ağzını açan annemden önce davranarak konuşmama devam ettim. "Şekerim konusunda endişelenme. Bir de hastanelere düşerek babamı rezil etmeyeceğim. Her sabah iğnemi yapıyorum. Şimdi çıkar mısın uyumak istiyorum." dediklerimden sonra rahat bir nefes veren kadının her hareketini dikkatlice izliyordum. Ayağa kalktı ve yüzüme dahi bakmadan odadan çıktı.

Titreyen ellerim ve bacaklarımla zorla ayağa kalktım. Titrek bir nefes verdim. Odamda bulunan ebeveyn banyosuna ilerledim ve acil durumlar için bulundurduğum insülin iğnelerimin bulunduğu küçük buzdolabını açtım. Seri hareketlerle yaptığım iğne biraz olsun toparlanmamı sağlamıştı. Her ne kadar ben istemesem de sanırım gerçekten bir şeyler yemeliydim. Diğer normal insanlar gibi sağlıklı olmayan bedenim beni bu konuda uyarıyordu.

Yaptığım iğne sonrası ortada bir sorun kalmadığı için yatağıma uzandım. Gözlerimi kapadım, hayatın neden bu kadar zor olduğunu düşündüm. Kendime yüzlerce cevapsız soru sordum. Ne kadar aynı pozisyonda yattığımı bilmiyordum ancak aydınlanmaya yüz tutmuş havayı görünce uyumaya karar verdim. Uykuyu düşüncelerime tercih ettim ve gözlerimi kapadım.

ᴀɴᴇᴄᴅᴏʜᴇWhere stories live. Discover now