21. Bölüm

13.6K 739 142
                                    

Hayatta iki keskin uç arasında kaldığımız zamanlar vardır. Karar vermekte zorlandığımız, sanki ne yapsak elimizde kalacak gibi görünen, kalbimiz ve mantığımızın derin bir çatışmada olduğu zamanlar...

Çözüm yok gibi görünür, belki de gerçekten yoktur. Ama yine de ararız. İnsanoğlunun doğasında vardır çaresizce umut etmek. Hangi dine inanırsa inansın insan; bir şekilde, bir güce dayanarak ve inanarak umut eder.

Şu anda ne yapmalıydım veya ne yapmalıydık bilmiyorum, Akgün'ün dudaklarından ayrıldığım anda hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı ve ben bunun fazlasıyla farkındaydım. Karşılık vermek istiyordum deli gibi. Dudakları dudaklarımın üstünde dünya umrumuzda değilmiş gibi kaysın istiyordum fakat sonrası ne olacaktı? Akgün'ü seviyor muydum, dahası Akgün beni seviyor muydu?

Cevaplamak gereken onlarca soru kafamda dizili hâlde beni bekliyordu ancak şimdilik kenara atabilirim diye düşündüm, yanlış veya doğru olabilirdi. Şu an sadece onun tadını almak istiyordum. İstediğimi yaptım.

Dudaklarımı araladım ve dolgunlukları ağzımın içine kaydı bu anı bekliyormuş gibi. Gözlerimiz çoktan kapanmış birbirimizi daha da hissetmeniz için etrafımızı karanlığa halsetmişti. Koltukta dizlerim üstüne yükselerek boyuna biraz da olsa yetiştim, böyle daha rahattı. Üst dudağımı iki dudağı arasına aldığında aynını alt dudağı için yaptım. Kemikli ellerinden biri yanağımı diğeri de dengemi kaybetmemem için belimi bulduğunda ben de beklemeden ellerimi ipek gibi olan saçlarının arasına geçirdim, saçları uzamıştı. Ufak hareketler ile saçlarını çekiştiriyordum. O ise baş parmağı ile hafif hafif yanağımı okşuyordu. Dudaklarımız arasından çıkan sesler ise fazlasıyla... İçimi hoş eden türden seslerdi. Tecrübeli değildim fakat hiç bilgim yok da değildi. Nefesimiz tükenene kadar dusaklarımızı ayırmadık ancak soluklarım boğazımı yakmaya başladığında istemeden sol elimi saçlarından çıkarıp anlaması için göğsünü sıktım hafifçe. Zor da olsa anlayıp yavaşça dudağımdan ayrıldığında ikimiz de nefes nefese kalmış birbirimize bakıyorduk. Kendimi koltuğa bıraktım, dizlerim titriyordu. Cesaret edip hala kapalı olan gözlerimi araladım. Akgün'ün kahverengi, parlak gözleri az önce yaşananların etkisiyle hızla inip kalkan göğüslerime inmişti fakat yutkunup hemen gözlerini kaçırmıştı. O da aynı benim gibi derim bir iç çekip kendini koltukta yanıma attı. Yatıyor gibiydik ama oturuyor da gibiydik. Yayılmıştık iyice.

Evet çünkü biz senin nasıl oturduğunu merak ediyoruz şu an

"Alçin." Ona bakmadım, zaten o da karşımızdaki artık kapalı olan televizyonun siyah ekranına bakıyordu.

"Hm?"

"Öpüştük."

"Evet... Öpüştük."

Allah aşkına biz ne konuşuyorduk şu an?

"Off. Kalk hadi sahile inelim." Dedikten sonra birden ayaklanması ile şaşırdım. Ne yani hiçbir şey olmamış gibi sahile mi inecektik?

"Ne yapacağız bu saatte sahilde?"

"Konuşacağız, ev üstüme üstüme geliyor. Rahat rahat konuşuruz kimse yoktur bu saatte orada." Tamam bu bana da mantıklı gelmişti. Kafa sallayıp ayaklandım. Akgün ile karşı karşıya geldiğimizde dudakları dikkatimi çekti. Normalde de canlı bir renge sahip olan dudakları kıpkırmızı olmuştu. Dudaklarına baktığımı fark edince boğazını temizledi ve içeriden hırka getireceğini söyleyip salondan ayrıldı. Beş dakika içinde Akgün hem kendine hem de bana birer hırka getirip bizi evden alelacele çıkarmıştı. İtiraf etmek gerekirse onun sırt kaslarını çokça belli eden ve karizmasına karizma katan hırkanın yanında ben bana verdiği hırkayı giydiğimde bir çöp poşeti giymiş gibi görünüyordum. Fakat o bunu aldırmadı ve hafifçe gülerek çok tatlı göründüğümü söyledi.

BAŞSAVCI || Yarı Texting Where stories live. Discover now