AMELYA: 7 ve 8. BÖLÜM

13.3K 921 988
                                    


7. BÖLÜM: BUZ SARKITLARI

Neredeyse iyi idare ettiğimi sanıyordum. Fetih, gece yarısından sonra odaya geldiğinde yarı uykuluydum. Önceki gece onun uyuyabiliyor oluşunu seyrederken hiç gözümü kırpmamıştım, bu yüzden onun gelişini bekleyememiştim. Yankı'yla neler konuştuklarını ve nasıl bir program yaptıklarını öğrenmek istiyordum ama yanağımdan öpüp "Yarın konuşuruz," dedi ve ben de uykunun kollarına, ona sarıldığım kadar sıkı sarıldım.

Kafamın içinde bir ses vardı, daima oradaydı. Gölgelerin arasındaki aksim diye konuşurdum onunla ama gerçek birine ait olacağını hiç düşünmemiştim. Delirdiğim ihtimali daha mantıklıydı. Bir süredir o sesi duymuyordum, bu yüzden belki saatler sonra bana seslendiğinde uyanık olduğumu düşündüm. İlk kez bu kadar gerçek ve ilk kez bu kadar yakındı. Kulaklarımı kapatmamın imkânsız olduğu bir çağrıydı.

"Bana gel, Yıkıcı..."

Örtünün içinden çıktığımı hatırlıyorum. Yine zihinsel bir körlüğün içindeydim ama örtüyü kaldırdığımı, bacaklarımı sarkıttığımı ve yataktan çıktığımı biliyordum. Ayaklarım bu defa çıplak değildi. Botları ayaklarımda hissediyordum ama onları giymediğimi biliyordum. Üzerimde bir ceket oluşunu hissediyordum ama onu giymediğimi de biliyordum. Sadece yürümeye devam ettim. Bir kuş sürüsü aydınlanmaya başlayan kasvetli gökyüzünde kanatlanıp uçtu. Daha önce hiç böylesine kuş görmemiştim. Bembeyazdı, uzun gagası vardı ve birlikte süzülüyorlardı.

"Denizleri severler," dedi ses kafamın içinde. Kuşlardan bahsettiğini bir şekilde biliyordum. "Tıpkı senin gibi."

Kaşlarımı çatmama neden oldu. Durmadan ilerlemeyi sürdürdüm. Yokuştan aşağı doğru neredeyse koşar adımlarla gitmeye başladım. Bilincim bunun garip olduğunu söylüyordu. İpsela'ya geldiğimden beri hiç yokuş görmemiştim. Bu kale alabildiğine geniş bir araziden oluşuyordu, her yer bir ova gibi dümdüzdü. Titrediğini düşündüğüm ellerime bakmak istedim ama ağır havanın etkisiyle sis bulutu onları çevrelemişti. Geriye doğru bakmak istedim ama yapamadım, bir şey buna engel oldu ve acıyla inlememe sebep oldu. Birisinin başıma baskı uyguladığını hissediyordum.

"Bana gel..." dedi. "Direnme."

Onu dinlemenin ne kadar kolay olduğunu düşününce irkildim. Bana söylediği her şeyi yapmalıymışım gibi hissediyordum ama aynı anda bunun yanlış olduğunun da farkındaydım. Tamamıyla olmasa da kendi bilincimin kırıntıları benimleydi. Sıkı sıkı o parçalara tutunmayı denedim.

Bu defa etrafta hiç ağaç yoktu. Çiçek yoktu. Kocaman, buz gibi bir beyazlık vardı. Havanın aydınlanmaya başladığını hatırlıyordum ama yeniden karanlıkla göz göze geldim. Kar taneleri görünmez oldu. Gökyüzüne baktım, kuşlar artık orada değildi. Çok hızlı bir şekilde değişiyor, diye düşündüm. Tıpkı bir film karesi gibi. Görüntü hızla akıyor ve ben onları yakalayamıyorum.

Pıt. Pıt. Pıt.

Bir taşın üzerine damlayan su sesini duydum. Çok yakınımdaymış gibi netti. Belki de bir buz sarkıtıdır diye düşündüm, buz erimeye başlamıştır ve sadece akan damlalar yere çarpıyordur. Bir göl veya nehir değildir. Bir deniz olmasının imkânı yoktu. Tek bildiğim artık nehirleri ve köprüleri sevmediğimdi.

Biraz daha yürüdüm. Bir mağaranın kapısının girişinde kimsenin geçememesi için buz sarkıtları üst üste binmişti sanki. Çok sivri olan bir tanesinin ucundan damlalar akıyor ve başka bir kayayı siyah lekelere boyuyordu.

"Zamanınız doluyor," dedi. "Buzlar eridiğinde her şey sona erecek."

Sesle birlikte arkamı döndüm ve bu defa dönebildim. Ses neredeyse kulağımın dibindeydi ve bunun gerçek olduğunu gördüm.

GECENİN HİKAYESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin