Kendimle Baş Başa

347 248 39
                                    


Bazı insanlar hayatlarında bir misafir gibi yaşarlar. Rüzgar nereye savurursa diye bir tabir vardır onların lügatinde. Ne yapacakları belirsizdir, nereye gidecekleri, kimlerle olacakları. Tabir bu ya; rüzgar nereye savurursa. Plansızdır bu insanlar. Bir hedefleri yoktur. Bir ırmağın içindeki su damlacığı gibi kendilerini bırakmış, hayatın onlara sunduğu maceralara ve getirilerine doğru yol almaktadırlar. Nedense bu insanlar hep huzurlu ve gamsız gelir bana. Hep neşeli görürüm. Hayatları gerçekten de bir ırmak gibi akar durur. Benimkinde ise hep koca kayalar olmak zorundadır. Küçücük deliklerden geçmeye çalışırım veya hep yolumu değiştirmem gerekir. Ben de onlar gibi olmak istesem çok mu bencilce olurdu?

Çeviri yaparken bazen kendimi yazar gibi hissedip küçük paragraflar karalardım. Bu yanım lisede ortaya çıkmıştı ve ben ne üstüne olmuştum ne de üstünü kapatmıştım. Benim düşüncelerimdi onlar. Kenara köşeye kazıdığım belki bir gün yok olacak belki de bir gün biri farkına varacak.

"Asel Hanım?"

Paragrafı karaladığım beyaz kağıdın etrafında ona çeper örecek şekilde yapraklar çiziyordum. Durdum, duruldum ve gerçek zamana döndüm; şimdiki zamana.

"Efendim, Cansu?" Dedim otomatik bir şeklide sese doğru. Bir dakika Cansu mu?

"Saat 9 oldu, sizin burada ne işiniz var?"

Bir an nerede olduğumu algılayamadım. Cansu'yu sekreterim sanmıştım. Sanki zaman benim için ilerlemiyordu. Etrafıma bakındım. Karanlık olduğunu camlardan görmem çok da tuhaf değildi. Ama geniş odanın içinde yalnızdım. Önümde demin karaladığım kağıt ve elimde duran kalemden başka bir şey yoktu.

Sorusunu yanıtsız bıraktım.

"Deren nerede?"

"Sekreteriniz çıkalı üç saat oluyor.." Düşünceli bir hali vardı.

Tam üç saattir burada kendi başıma oturuyordum. Farkında bile değildim. İçimde bir şeyler çöküyordu. Bunu durdurmanın bir yolu yok muydu?

"Neredeyse üç saattir burada böyle oturuyor musunuz?" Diye sordu bu sefer. Deli gibi göründüğümün ben de farkındayım bana öyle bakma.

Ona bakmadan sandalyeden kalktım. Çantama doğru yönelip kağıdı da içine sıkıştırdım. Kendimi uzak bir pencereden izliyor gibiydim. Hareket ediyordum ama sanki ben yönlendirmiyordum. Bir zorunluluktu bu.

"Hadi Cansu, gidelim."

Dışarıya doğru çıkarken ikimizin topuklularından başka bir ses duyulmuyordu. Şu an holding bomboştu, o yüzden bütün kata yankı yapıyordu bu sesler. Yan yana yürürken Cansu bana kaçamak bakışlar atıyordu. Benim dikkat etmediğimi düşündüğüne emindim.

"Asel Hanım?" Dedi endişeli bir ses tonuyla ama bu sefer soru sorar gibiydi.

"Efendim Cansu?" Sesim bıkkın çıkmıştı ama engelleyememiştim.

"İyi misiniz? Yani biraz.. Solgun görünüyorsunuz." Benim hakkında endişelenmesi beni biraz afallattı. Sonuçta onunla çok konuşmuşluğum yoktu. Sadece ilk zamanlarda Emre Bey'le görüşmeye geldiğim zaman o kadar uzun konuşmuştuk. Sonra alıştığıma dair birkaç kısa konuşma ve selamlaşma.

"Yorgunum biraz" dedim yalana başvurmadan.

"Bu aralar iyi uyuyamıyorum."

"Kendinize dikkat edin lütfen, çok dalgın görünüyorsunuz." Samimiyeti yüzümün küçük tebessüme yer açmasını sağlamıştı.

"Çok düşüncelisin, ederim" dedim kısaca.

Sonra Cansu'yla konuşabileceğim hiç aklıma gelmeyen bir konu attım.

DERİNLİK KORKUSUTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon