Çok fazla yakındık. Şu an aklımdan geçen tek şey onu öpmekti. Bunu yapsam ne olurdu bilmiyordum ve öğrenmek içinde yapmam gerekirdi. Sağ elimi Kağan'ın dudaklarının kenarındaki kıvrıma götürdüm. Elim orada yer buldu, başından beri oraya aitmiş gibi. Alnını başıma yasladı. Saniyeler, saliseler hiç ummadığımdan daha yavaş geçiyordu. Kağan'ın elinin yer bulduğu ensem, cehennemden bir parça alev üstüne atılmış gibi yanıyordu. Vücudumdaki tüm sinir uçlarım beklemediğim bir uyuşuklukla dolmuştu. Çıkmaz sokakta gibiydim.

Aklımdan geçen hamleyi Kağan, yaptı. Sıcak dudaklarını, dudaklarıma bastırdı. O an ondan bir parça içimde yer edindi. Hislerimin ne kadar kuvvetli olduğunu tam şu an içimde oluşan baskınlık hissi ile anladım. Sanırım gerçekten ondan fazlasıyla hoşlanıyordum.

Orada kilitlenmiştik. An, bizi içine çekiyordu sanki. Daha fazlasını istiyorduk her ne kadar sınırda kalacağımızı bilsek bile. İçimizdeki aidiyet duygusu bizi engelliyordu, sanki her şey çokça erken yaşanıyor gibi. Newton'un çekim yasasını bilir misiniz? Evrendeki her parçacık birbirini belirli bir kuvvet uygulayarak çeker. Şu an birbirini çeken iki insan olarak uygulanan kuvvetin en ağırını göğsümün tam ortasında çok belirgin bir duygu gibi hissediyordum.

Kağan, dudaklarını hafifçe kıpırdattığında, eli ensemi hafifçe okşadı. Ah, Tanrım, sanırım âşık oluyordum. Bir insanın tek hareketi beni bu hale getiremezdi.

Kıpırdayamıyordum ve hareketsizdim. Tıpkı bilincimi kaybetmiş gibi. Gözlerim kapalıydı ve aklıma gelen ilk şey bizim zıtlığımız olmuştu. Parlak ve mat, karanlık ve aydınlık, çikolata ve biber kadar zıttık biz. Şimdi neye inanmalıyım? Zıt kutuplar birbirini çeker denmesine mi? Her neyse şu an bunu umursayamazdım.

Nefes nefese geri çekildiğimde Kağan, beklenti ile gözlerime bakıyordu. Hafifçe gülümsedim. Yavaşça elim ile dudağının kenarını okşadım ve sonra elim aşağıya indi. Hemen ardından iki kolumu Kağan'ın beline doladım, kafamı göğsüne yaslayarak hafifçe ona sarıldım. Kalbinin sesini duyuyordum. Çok net ve hızlıydı. Sarılmama karşılık olarak kollarını nazikçe belime doladı, çenesini kafamın üzerine sabitledi. Ardından kafasını saçlarıma gömdü ve derin bir nefes çekti. Tek kelime etmiyorduk ama sessizlik hiç bu kadar rahatlatmamıştı içimi. Hiç geriye çekilmek istemiyordum. Kağan'ın kokusunu içime çektim. Kalbimin sesini şu an o ve bir metre ötemizde duran Mete ve Güneş bile duyuyor olabilirdi. İkisi dikkatimi çektiğinde Kağan'dan ayrıldım.

Mete'den hafif bir ıslık sesi duyduğum zaman gözlerimi devirdim. Şu an bunu açıklamamız gerekir miydi? Bence gerekirdi ama Kağan, beklemediğim bir şekilde elimi tuttu ve Güneş ile Mete'ye doğru ilerlemeye başladı. Güneş tam şu an karşımızda gözleri bir karış açık, otuz iki diş sırıtarak bize bakıyordu. Gözleri kenetlenmiş ellerimize değdiğinde bir anda avucunu ağzına götürdü. Hemen ardından ağzından şaşırmışçasına "Oha! Rüyada mıyız?" diye bir ifade çıktı. Gülmek istiyordum fakat içimdeki heyecan duygusu gülme hissini avuçlarının içine hapsetmiş tutuyordu. Tanrım, sanki içimde yanıp sönen bir kıvılcım duruyordu. Sinir uçlarımın her bir yanı kasvetli bir alev ile yanıp tutuşuyordu.

Dışıma yansımış hali yanaklarımın kıpkırmızı olması ise eğer şu an ölmek istiyordum.

Ne yaşamıştık biz az önce. Güneş'in deyimi ile 'Oha! Rüyada mıyız?' cidden biz?

Kağan'ın elimi tutuşu, parmaklarının sıcaklığının parmaklarımın üstünü yakıp kavuran hissiyatı paha biçilemez. Şimdi geberecektim durduğum yerde ya da en iyi ihtimalle bayılacaktım. İçimde çıldırıp duran ve bana bağıran bu sesleri duyup duymamak arasında gidip geliyordum.

Kağan, Mete ve Güneş'i geçerek restorana doğru ilerlemeye başladı. Arkamızda iki şaşkın göz bizi takip ediyordu.

Restorana geldiğimizde elimi Kağan'ın elinden ayırarak kalktığım gibi duran sandalyeme tekrardan yerleştim. Yarım kalan tabağıma baktığımda hala aç olduğumu hissedebiliyordum. Bu sabah açlıktan ve bazı diğer sebeplerden ölmezsem eğer bence katil olan bir otelde kalarak da ölmezdim.

ÇIĞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin