Daha senenin başında benimle tek kelime konuşmayan çocukla kat ettiğimiz mesafeyi düşündükçe nasıl bu aşamaya gelebildik demeden edemiyordum. O zamanlar benimle tek kelime etmeyen çocuk sevgilim olmuştu. Ailemle bile tanışmıştı. Üstelik bunların hiçbirisinin yaşanmayacağını, lise bittiğinde birbirimizin hayatından çıkacağımızı düşünmüştüm hep. Hayat çok garipti.

"Yine düşüncelere daldın," dedi birkaç dakikalık sessizliğimizin sonunda. "Ne düşünüyorsun?"

Ve beni en ufak bir bakışımdan, yüzümün aldığı ifadeden ne düşündüğümü, ne hissettimi anlayacak kadar iyi tanıyordu. Saniyelik bir an bile kaçmıyordu gözünden.

"Seni," dedim dürütçe ve ekledim. "Bizi."

Omzunu yasladığı duvardan ayırdı. "Bizi demek..." diye mırıldandı bana doğru yaklaşırken. Aynadan hareketlerini izliyordum. Birkaç büyük adımda hemen arkamda bittiğinde kolları hep yaptığı gibi arkadan bana sarılmış ve karnımın üzerinde birleşmişti. Sırtım göğsüne yaslanırken istemsiz bir gülümseme belirdi dudaklarımda.

"Ne düşündün bizimle alakalı?"

"Kat ettiğimiz yolu düşündüm. Sonra da şey dedim kendi kendime, bu ketumun dili nasıl açıldı da bana iltifat edeceği noktaya kadar geldik?" Tam olarak öyle düşünmemiştim ama olsun. Dediklerime sesli bir şekilde güldü. Gülüşüyle beraber boynuma vuran nefesini oradaki tüylerimi diken diken etmeye yetmişti.

"Ketum mu?"

"Ketum tabii," dedim gözlerine bakarken. O da aynadan beni izliyordu. "Tek kelime konuşmuyordun. Hocalar bile derste zorla konuşturuyordu seni. Bazen hiç sesini duymadan günü bitirdiğim oluyordu."

Şimdi de sesini en çok duyan tek kişiydim.

"Konuşmaya değer şeyler yoktu hayatımda."

"Şimdi konuşuyorsun ama."

"Artık var çünkü." Ben vardım. Sesli söylememişti ama anlamıştım. Yüzümdeki gülümseme gitgide büyürken kafamı sola doğru çevirdim. Kabinlerin tarafında olduğumuzdan burası sessizdi, sakindi ve kimse yoktu. Dudaklarımı yanağına bastırarak derin bir öpücük bıraktıktan sonra önüme döndüm.

"Üzerindeki gerçekten güzel bu arada," dediğinde aynadan kendimi alıcı bir gözle bakmayı denedim. Hâlâ güzel gelmiyordu bana. "Ama belli ki sana en çok yakışan rengin farkında değilsin."

"Neymiş bana yakışan renk?" Benim, bu benim rengim, bana en çok bu yakışır dediğim bir renk yoktu.

"Bekle burada." dedikten hemen sonra belimdeki kolunu çekmiş ve benden bir adım uzaklaşmıştı. İçime dolan boşluk hissiyle suratımı asmamak için kendimi zor tutarken Soner bana arkasını dönerek kıyafetlerin olduğu kısıma doğru yürümeye başladı. Saniyeler sonra gözden kaybolmuştu. Görüş açımdan çıkmasıyla beraber önüme dönerek aynaya baktım.

Üzerimdeki elbisenin gerçekten kötü durduğunun farkındalığıyla beraber yüzüm buruşmuştu. Fazla kadınsıydı ve kesinlikle bana göre değildi.

"Ben cidden pantolon ve tişört ikilisiyle gideceğime kendimi alıştırsam iyi olur sanırım."

Aslında bu zamana kadar mezuniyete gitmek gibi bir düşüncem de hevesim de yoktu. Sınıftakiler daha senenin başında mezuniyet hakkında konuşup planlar yaparken ben hiçbir şekilde gitmeyeceğim konusunda emindim. Şimdiyse sırf Soner için gitmek istiyordum. Ben gitmezsem Soner hiç gitmezdi ve o mezuniyete gitmesini, sınıftakilere yaptıklarının yanında kâr kalmamış olduğunu göstermesini istiyordum. Özellikle Ozan ve tayfasına rağmen orada olmalıydı.

İZLER KALIR Where stories live. Discover now