Çanlar Kimin İçin Çalıyor

4 0 0
                                    

Rastayan, nefes nefese bir kenara çömeldi. "Benim yaşımdaki biri için bu kadar yol ve yürümek çok zor. Size kuzeyin durumunu haber vermek için geldim" dedi. Şaşırmışlardı. Böyle bir durumu hiçbiri beklemiyordu. Onları neden arıyor olabilirdi ki?

Biraz soluklandıktan sonra "Hepinizin merak ettiğini anlamak için kahin olmaya gerek yok. Yüzleriniz, olduğu gibi anlatıyor. Dinleyin bakalım" dedi ve olan biteni, kuzeydeki kral, Joseph'in onları durdurabilmek için büyük bir ordu ile yollarını keseceğini anlattı. Hepsi hayret içinde dinliyordu. O kadar uzun süredir farklı biri ile konuşmamış, kimseden haber alamamışlardı ki Rastayan'ın sözünü, nefes sesleriyle bile kesmek istemiyorlardı. Sonunda "İşte böyle. Artık kaybedecek vaktiniz yok. Olabildiğince hızlı yol alıp, görevinizi tamamlamanız gerekiyor" dedi Rastayan.

Dainter: Elbette. Biz de bir an önce bu yükten kurtulmayı çok istiyoruz. Ancak sorun şu ki yolumuzu hızlı bir şekilde alabilmemiz pek mümkün gözükmüyor. Ne bineğimiz var, ne de silahımız.

Giselle: Peki hiç bunlar olmamış gibi buradan ayrılsak ve kendi yolumuza koyulsak olmaz mı?

Dainter: Yine de sonunda Stratun ile karşılaşman gerekecek. Bir kere serbest kaldı mı, tüm krallığı yok edebilmek için var gücü ile saldıracak. Bildiğimiz her eve, tanıdığımız her kişiye ölüm kusacak. Ve en sonunda seninle yüzleşecek. Bunu mu istiyorsun?

Giselle başını öne eğdi ve sessiz bir şekilde "Sanırım anladım" dedi. Şövalye de aynı şekilde düşünmüş olmalıydı ki onun da başı önüne düşmüştü. Büyücü, otoriter bir sesle "Ne kadar çabuk kendinize gelirseniz, bu işi o kadar hızlı tamamlar ve kurtuluruz" dedi. Minto mesajı almış ve eşyalarını yerden toplamaya başlamıştı bile. Rastayan söze girdi:

Rastayan: Geçitten çıktığınızda atlarınız ve diğer tüm ihtiyaçlarınız orada hazır olacak. Ayrıca seni bekleyen sürprize hazır ol genç adam.

Şaşırmışlardı, ancak Dainter'in sözünü dinleyip hızlıca yola koyulmaları gerektiği için yeni bir soruya vakit olmadığına karar verdiler.

Hepsi birer birer yaşlı kadının geldiği geçide girdiler. Rastayan tepeden onlara doğru bakarak, "Son bir şey daha var. Stratun öldüğünde gözünü istiyorum. Beni nerede bulacağınızı biliyorsunuz" dedi ve ardından kapağı üzerlerine büyük bir gürültü ile kapattı. İçerisi bir anda karanlığa bürünmüştü. Bir şekilde yolu aydınlatmazlarsa ilerlemeleri mümkün olmayacaktı. Bunu anlayan büyücü, daha önce yaptığı gibi tuniğinden kısa bir parça kopartıp onu yerde bulduğu dal parçasına doladı. Ardından ufak bir büyü ile alevlendirdi. Önlerini daha net görebiliyorlardı şimdi.

Çok geniş olmayan bir koridordu. Yerler biraz çamurlu biraz da çakıllı idi. Bu sebeple yürürken dikkatli olmalıydılar. Oldukça uzun bir koridordu burası. Yürümeye başladılar. Koridor ilerledikçe daralıyordu. Bir süre sonra iki kişi yanyana gidemez olmuştu. İleriden gelen sesler, hızlı akan bir suya doğru ilerlediklerini belli ediyordu. Ses, attıkları her adımda daha da büyümüştü. Sonunda kulakları sağır edecek bir seviyeye yaklaştığında, yanına vardılar. Tünel burada bitmiş, tek ilerleyebilecekleri yönde tepeden bir şelale akıyordu.

"Bir girişi mi kaçırdık?" diye sordu Kısa Kuyruk. Mümkün değildi. En azından biri fark ederdi. Etrafta biraz göz gezdirdikten sonra başka çıkış olmayacağına karar verdiler. Eşyalarını sıkıca bağladılar, suya doğru atlayacaklardı. Suyun ilerlediği yol oldukça dar olduğu için Dainter'in onları bir büyü ile uçurması bir anlam ifade etmiyordu. Önce şövalye kenara geldi. Tam atlamak için bir hamle yapıyordu ki gelen kıkırdama seslerini duydular. Etrafta kimsenin olması mümkün değildi. Ama hepsi duyduğuna göre birileri vardı orada. O sırada kıkırdama, daha gür bir şekilde yine yankılandı içeride. Ses koridordan gelmiyordu. Her kimse tam üstlerindeydi. Kafalarını kaldırıp yukarı baktılar, bir çift ufak göz onlara doğru bakıyordu. "Zenti" diye bağırdı Giselle.

Ortamı bir anda neşeli çığlıklar kapladı. "Öldüğünü düşünüyorduk" dedi şövalye. Yukarıdan bir halatı aşağı doğru sarkıtırken "Hele bir gelin buraya. Hepsini anlatırım" dedi Zenti. Sıra ile hepsi yukarı tırmandılar. Ufak bir göletin ortasında bulunan birkaç adımlık toprağın üzerindeydiler. Kenarda bir kayık vardı. Birlikte ona doğru bindiler ve kıyıda onları bekleyen atlarına doğru küreklere asıldılar. Onlar mağarada iken, Zenti'nin beklediği kamp alanına vardılar. Dainter neşeli bir sesle "Anlat bakalım" dedi.

Zenti: Bildiğiniz üzere, Fok Sahili'nden ayrılırken bindiğimiz kayık alabora olunca suyu boyladım. Çırpınmalarım fazla işe yaramadı. Suyun üzerinde durabilmek için büyük bir çaba sarf ederken gemiden kopup gelen bir tahta parçasına çıkıp yattım. Bana seslendiğinizi duyabiliyordum. Ancak karşılık veremeden bayılmışım. Gözümü yeniden açtığımda tahta parçası kıyıya varmıştı bile. Kaç gün o şekilde yattım bilmiyorum ancak beni bulan köylüler kısa sürede ayağa kalkabildim. Sizleri kaybettiğime göre yapabileceğim tek şey vardı, yeniden bulabilmek. Ancak kırık ayakla bunu nasıl yapardım bilemiyordum. O sırada Rastayan ile karşılaştım. Daha doğrusu o beni buldu. Bacağımın çabuk iyileşmesi için şifalı otlardan oluşturduğu bir merhem sürdü.

Dainter: O merhemin seni bu kadar kolay iyileştirmesi mümkün mü sanıyorsun?

Zenti: Ne yani büyü mü yaptı bana? Adi kadın. O kadar söylemiştim ona. Kandırdı beni.

Zenti'nin sinirlenmesi diğerlerine komik gelmişti. Hep birlikte gülüştüler. Ardından Zenti anlatmaya devam etti.

Zenti: Burada olduğunuzu geçtiğimiz köylerden birinin tavernasında duyduk. Haydutlar sizi görmüşler ve mağarada olduğunuzu biliyorlardı. Nasıl olsa başınızın çaresine bakacağınızı bildiğimiz için arka taraftan dolaşıp buraya geldik. Sonunda yeniden beraberiz.

Bartale: Mağaradan ayrılırken yaşlı sürtük, beni bekleyen bir sürprizin olduğunu söylemişti. Ne olduğu hakkında bilgin var mı?

Zenti: Olmaz mı?

Hemen yerinden kalkarak atların yanına gitti. Siyah bir kumaşa sarılı uzunca bir paketi şövalyeye doğru uzattı. Hepsi şaşırmıştı. İçinde ne olabileceği hakkında en ufak fikri yoktu kimsenin. Çok sıkı sarılmış ve düğümlenmişti. Bartale içinde ne olduğunu çok merak etmişti. İpleri bıçağı ile kesti. Sarılı olduğu kumaşı açtığında içinden çıkan şey gözlerinin dolmasına sebep oldu. Ağzından sadece "Ama nasıl?" kelimeleri döküldü.

Zenti: Biliyorsun, parçalarını barda toplamıştım. Sonra da sana vermiştik. Ama ben kendimi yine tutamadım ve onu sen beni Fok Sahili'nde taşırken yeniden aldım. Rastayan beni bulduğunda parçaları aldı ve yeniden dövdü. Söylediğine göre geriye kalan son yumurta da onda imiş. Artık Ejder Kesen kılıcına yeniden kavuştun işte.

Giselle: Ne kadar güzel bir gün oldu böyle?

"Daha bitmedi" dedi Zenti. Elini yavaşça iç cebine doğru götürdü. Karıştırmaya başladı. Ararken de söyleniyordu: "Nerede bu yahu? İşte buldum" Biraz utanarak avucunu kapalı olarak Giselle'e doğru uzattı. Genç kadın elini ona doğru uzattığında avucuna kaybettiği tılsımını koydu ve konuşmaya başladı:

Zenti: Çok özür dilerim. Hapiste baygın yatarken bunu senin boynundan almıştım.

Giselle ne diyeceğini bilemiyordu. Ama ailesinden geriye kalan tek yadigara yeniden kavuştuğu için mutluluğunu anlatması mümkün değildi. Dili tutulmuş, hareketsiz bir şekilde duruyordu sadece. Bu sırada Minto ayağa kalktı. O ana kadar hiç sesi çıkmamıştı. Zenti'ye doğru ilerledi. Cüce korkmuştu. Onu cezalandıracak mıydı? Minto ağır adımlar ile ona doğru yaklaştı ve yanına gelip durdu. Sonra ondan beklenmeyecek bir şekilde Zenti'ye sarıldı. Onu yeniden buldukları için çok sevinmişti.

Dainter: Artık konuşmaları geçip bir şeyler yesek iyi olacak. Sonra da bu akşam iyi bir uyku çekelim. Yarın büyük gün olacak. Son durağımız için çok yolumuz kalmadı.

Dört Yolcu: Ejder AlazıWhere stories live. Discover now