Tanışma

16 0 0
                                    

Yerde yatan genç kadın gözlerini yavaş yavaş açtı. Etraf oldukça karanlık olduğu için görmekte zorlanıyordu. Biraz daha dikkatli baktığında demir parmaklıkları gördü. Hapishaneye atmışlardı onları. Yerde, soğuk taş üzerinde yattığı için üşümüş olduğunu fark edip kollarını kavuşturdu. Hemen kendini kontrol etme ihtiyacı duydu. Kılıcını ve üzerinde saklı olan bıçakları almışlardı. Peki ya boynundaki tılsımı? Hiçbir işe yaramasa da onun için değeri büyüktü. Elini boynuna götürdü. Yerinde yoktu. Bir anda gözleri yaş doldu. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Arkasından yaklaşan bir el omzuna dokundu. Kim olduğunu tahmin etmek çok zor değildi. Yaşlı büyücünün parmakları olabilecek kadar kırışıktı. Kendini tutamıyor, sinirden titriyordu. Büyücü şefkatle yüzündeki yaşları sildi. "Bizi buradan çıkartacak bir yöntem bulmalısın" dedi büyücüye.

Oldukça gergin bir yüz ifadesi ile "Ne yazık ki bu pek mümkün değil. Biraz dikkatlice bakarsan duvarlardaki işaretleri göreceksin? İşte onlar tüm gücümü emiyor. Burada büyü yapmam mümkün değil küçüğüm" dedi büyücü.

Kadın hayal kırıklığına uğramıştı. Umutları tükenmiş bir yüz ifade ile "Nasıl çıkacağız peki buradan? Hem tılsımımı almak zorundayım. Kardeşimden kalan tek hatıra o"

"İçinde bulunduğumuz koşulları değerlendirirsek, kaçabilmemizin şu aşamada pek mümkün olacağını düşünmüyorum ancak yargılanmak için buradan çıkartıldığımızda bir çözüm bulmaya çalışabiliriz. Muhtemelen onun için de önlem alacaklardır" dedi büyücü.

Kadın üzgün bir şekilde başını önüne doğru eğdi. Aklına, kendinden iki yaş küçük kız kardeşinden tılsımı nasıl aldığı geldi.

Tılsımı uzun süre kardeşi takmıştı. Ta ki ormanda saklanırken haydutların saldırısına uğrayıp yaralanana kadar. Aklında kardeşinin adı yankılandı: "Leanna"

Haydutlar onları uyurken yakalamışlardı. Üç kişiydiler ve onlara göre oldukça güçlüydüler. Henüz onlu yaşlarının ortasında olan ablanın elinden onları kurtarabilmek için hiçbir şey gelmemişti. Başına aldığı darbe sonucu bayılmış, uyandığında hem eşyaları hem de kardeşi ortadan kaybolmuştu. Onu bulabilmek için sesi kısılana kadar bağırdı. Ancak etrafta onu cevaplayan kuşlardan başka ses gelmiyordu. Kendini biraz toplayınca çevreyi incelemeye, kardeşinin ne yöne gittiğini bulmaya çalıştı. İlk olarak onun kan içindeki gömleğini buldu. Yeniden gözyaşlarına boğulmuştu. Etraf aydınlanmaya başladığında, günün ilk ışıklarında parlayan bir şey gördü. İlerdeki ağacın dallarına asılmış şişeyi hemen tanıdı. Kardeşinin şanslı tılsımıydı.

Bu düşünceler ile boğuşurken, o vakte kadar hiç fark etmediği bir çıtırtı duydu. Hücrenin karanlık olan kısmında biri daha vardı. Kadın, büyücüye dönerek konuşmaya devam etti. Ancak yavaş yavaş çıtırtının geldiği noktaya doğru ilerlerken "Başımızdan bu kadar iş geçmesine rağmen seninle henüz tanışma fırsatımız olmadı" dedi. "Yarın asılırsak bunun için epey geç kalmış sayılmaz mıyız?" diye sordu yaşlı büyücü.

"Benim adım Giselle" dediği anda gölgeye doğru atılıp, sesin kaynağını dışarı çekip, taş zemine doğru fırlattı. Üstü başı yırtık içinde ve leş gibi de kokuyordu. Giselle, daha önce bu kokunun, hücrenin kendi kokusu olduğunu düşünmüştü. Böyle bir hatayı nasıl yaptığından emin değildi. Atles "Lütfen, yüce efendi. Bana zarar vermeyin. Ben size zarar vermedim" diye yere kapaklanmış şekilde yalvarıyordu. Üzerinden şaşkınlığını atan büyücü "Nasıl oldu da seni hiç fark edemedik? Neden orada gizleniyordun?" diye sordu. Aslında cevap, sorunun içinde gizliydi. Yaratık cevap vermek için ağzını açtığında, onu susturup konuşmaya başladı.

- Tabii ya, sen bir hırsızsın. Ancak onlar bu kadar rahat saklanabilir. Elbette bir ucube olman da böylesine loş bir ortamda kendini gizleyebilmen için mükemmel bir şans.

Dört Yolcu: Ejder AlazıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin