Yolun Sonu

5 0 0
                                    

Kral Tunçbilek ve Kraliçe Nadine akşam yemeği yiyorlardı. Büyük salonun ortasındaki koskoca masada sadece ikisi vardı. Odada onlar dışında bir hizmetli, iki de kapıyı tutan muhafızdan başka kimse yoktu. Çatal bıçak sesleri geniş odada yankılanıyordu. Son günlerde çok konuşmuyordu kral. Devlet işleri diye düşündü Nadine. Gerçi kuzeni Bartale'i gönderdiği görev için ona çok kızıyordu ama o kraldı sonuçta. Kendisinin onun kararlarını sorgulama gibi bir lüksü yoktu. Bugüne kadar "Neden?" diye bile soramamıştı. Ancak bu konu gitgide içini daha çok kemiriyordu. En sonunda dayanamadı ve sordu:

Nadine: Bu kadar çok güvenebileceğin başka insan varken neden Bartale'i gönderdin bu göreve? Sana yıllarca hizmet etmiş birini ölüme göndermek yakışıyor mu? Çevrendeki diğer adamlarının bu olaydan sonra sana sadık kalmasını nasıl bekleyebilirsin?

Tunçbilek: Hiç fark etmedin değil mi? Bunca yıldır saraya kapalı kaldın. Çevrendekilerle de mi sohbet etmiyorsun? Kuzeninin krallığa verdiği zararı görmüyor musun? Hem benim adımı kullanıyor, hem de her türlü serseriliği yapıyor. Sen ise "Onu neden gönderdin?" diye bana hesap sormaya kalkıyorsun. Kimse beni sorgulayamaz.

Kraliçe aldığı cevap karşısında sarsılmıştı. Başını önüne eğip, sadece yemekle ilgilenmeye başladı. Sanki ormanda onu o yaratıktan kurtarmak için kendini feda eden adam gitmiş, yerine bambaşka, küstah ve güç düşkünü başkası gelmişti. Kral onu kırmış olduğu için üzülmüştü. Gerçi çok yakında kendi sonu ile tanışacaktı. Kalbini kazanmaya çalışsa kaç yazardı? Hızlıca yemeğini bitirip kalktı. Bu akşam yapması gereken çok iş vardı.

Gece olunca atına binip yola koyuldu. Kıyafetini değiştirmişti. Sade bir köylü gibi görünüyordu artık. Dikkat çekmemek için çok hızlı ilerlememeye özen gösteriyordu. Bir kişinin bile onu tanıması işine gelmezdi. Gizlice gidip, yine kimse fark etmeden geri dönmeliydi. Şehrin yanına kurulduğu Newleche Ormanı'nda yaşayan bir cadıyı tanıyordu. İksirleri de o hazırlamıştı zaten. Güney geçidine geldiğinde, kapıdaki görevli nöbetçileri gördü. Tanınmamak için taktığı şapkasını biraz daha göz hizasına çekti. Geçide geldiğinde askerler onu durdurdular. Ellerindeki gaz lambalarını yukarı kaldırarak yolcunun yüzünü görmeye çalıştılar. Askerlerden biri meraklanmıştı:

Asker: Söyle köylü, gecenin bu saatinde nereye gidiyorsun?

Tunçbilek: Az ilerdeki kasabaya içmeye gidiyorum. Duyduğuma göre güzel kadınlar da varmış orada.

Asker: İçmeye gitmek için biraz geç saat değil mi? Yollar, gece vakti tehlikeli, hem geri de dönemezsin.

Tunçbilek: Size yalan söylemek mümkün değil demek ki. Karım beni evden attı. Şişko, çirkin şey. İster istemez geceyi başka bir yerde geçirmem lazım. Kızıl İnek Hanı'na gideceğim.

Asker: Kızıl İnek Hanı mı? Oraya gitmek için diğer kapıdan geçmen lazım. Yalanların can sıktı. Attan in çabuk.

Tunçbilek söyleneni yaptı. Ancak attan inerken başındaki şapka da geriye doğru kaymış ve yüzü ortaya çıkmıştı. Askerler kim olduğunu anladıklarında hemen tek dizlerinin üzerine çökerek "Affedin bizi kralım, sizi fark edemedik" dediler. Tunçbilek, yaptıklarının doğru olduğunu söyleyip onları onayladı. Ancak hemen ardından, cebinden çıkarttığı iki küçük hançeri başları önlerine eğik duran askerlerin enselerine sapladı. İki asker de anında ölmüştü. Nöbet değişimi yakında olacak ve ortalık epey karışacaktı. Fazla vakti olmadığı için hemen atına bindi. Son hızla bir koşu başlamıştı. Olabildiğince hızlı bir şekilde cadı ile görüşüp geri dönmeliydi. Muhtemelen konuyu gece vaktinde ona söylemeye kimse cesaret edemezdi. Yine de buna güvenmeyip, işini çok çabuk halletmeliydi.

Dört Yolcu: Ejder AlazıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin