Kimliksiz

4 0 0
                                    

Üçüncü günün sonunda Conrad tamamen iyileşmişti. Bunun nasıl olduğunu hala anlayabilmiş değildi ama aklının bir yanında, kraliçenin ona içirdiği iksirin büyülü olduğu fikrine kapılmıştı. Yalan da değildi. Nadine, planlarını uygulayabilmek için her yola başvuracak türden biriydi. Verdiği iksiri de Rastayan hazırlamıştı.

Ayağa kalkan Conrad, pencereden dışarıya doğru baktı. Tören alanını görebiliyordu. her şey eski düzenine dönmüştü. Ona çok iyi bakılıyordu ancak odadan çıkmasına izin verilmediği için iyiden iyiye sıkılmıştı. O sırada kapı gürültülü bir şekilde açıldı. İçeri, ölen kralın en güçlü adamlarından biri olan Dreys girdi. Uzun boyu ve koca göbeğiyle neredeyse odanın yarısını kaplıyordu. Kızıl, göbeğine kadar uzayan sakalları yer yer ağarmaya başlamıştı. Ancak bu kudretli görüntüsüne hiç uymayan tiz bir ses tonu vardı. "Nasıl oldun?" diye sorduğunda Conrad gülmemek için kendini zor tuttu. Yine de istifini bozmadan, yorgun bir ses tonu ile teşekkür etti. Dreys, odanın kenarında bulunan sandalyeyi çekti, Conrad'a yanına oturması için eli ile işaret etti ve konuşmaya başladı.

Nadine: Seni neden kurtardığımızı hala bilmiyorsun. Yapacağın işi, senden başka kimseye ne vermemiz ne de anlatmamız mümkün değil. Halk ile olan ilişkin, ordunun sana duyduğu sadakat ve savaş alanında sergilediğin üstün yeteneklerin bizim için çok önemli.

Conrad: Anlamıyorum. Bir savaşa gitmem için mi beni kurtardınız?

Nadine: Merak etme. Zamanı geldiğinde her şey açıklanacak. Ancak şu an bilmen gereken tek bir husus var. O da en az on bin askerlik bir ordu toplaman gerekliliği.

Conrad: On bin mi? Bu çok büyük bir rakam. Peki ya kabul etmezsem?

Nadine: Yaralarından ötürü öldüğünü zaten açıkladık. Üstelik kimsenin bilmediği küçük kızın da annesinin de başına kötü şeyler gelsin istemeyiz.

Conrad sinir ve şaşkınlığını gizlemeye çalışmıyordu. Kızından nasıl haberleri olmuştu acaba? Onu ölümden kurtarmışlar, şimdi yeniden ölüm tehlikesinin yüksek olduğu bir savaşa göndermek istemelerini anlayamıyordu. "Tam olarak ne yapmamı istiyorsunuz?" diye sordu. O sırada da Dreys ayağa kalktı ve "Bir an önce kıyafetlerini giysen iyi olacak. 1.500 askerin hazır. Ancak daha toplayıp eğitmen gereken binlerce adam var. Üstelik yarın sabah yola çıkıyorsun" dedi. Ardından arkasını dönerek kapıya doğru yönlendi. Kapının önüne geldiğinde arkasını dönerek "Bu akşam işe koyulman lazım" dedi. Adam kapıyı tıklattı. Önce kilit, ardından da kapı büyük bir sesle açıldı.

Yeniden odada tek başına kalan Conrad ne yapacağını şaşırmıştı. Bu kadar sürede, binlerce adamı nasıl bulacaktı? Bulsa bile onları eğitebilmek için en azından birkaç aya ihtiyacı vardı. Çılgınca bir şeydi ondan istenen. İstese de istemese de bu görevi kabul etmeliydi. Yatağına oturdu ve bir plan kurmaya başladı. Krallıkta adam toplayabileceği çok fazla köy yoktu. Tüm erkekleri askere alsa bile istenen ordunun ancak yarısını toplayabilirdi. Planlarını bilse, belki ona göre bir şeyler düşünebilirdi.

Bu düşünceler ile boğuşurken yeniden odanın kapısı açıldı. İçeri giren askerin elinde onun parlak zırhı duruyordu. Kralın yakılma töreninde büyük zarar görmüştü. Ancak şimdi yine eskisi gibi, hatta eskisinden daha parlak bir halde geri gelmişti. Muhafız zırhı odaya bıraktıktan sonra içeri eski yardımcılarından biri girdi. Conrad çok sevinmişti. Hemen yanına giderek ona sarıldı. "Demek hala buradasın?" dedi. Adam başını eğdi ve hızlı bir şekilde onu giydirmeye başladı. Conrad "Günlerdir burada tek başımayım, sıkıntıdan patladım, anlat bana diğerleri nasıl?" diye sordu. Adamdan tek çıt bile çıkmamıştı. İyice şaşıran şövalye adama dönüp "Neler oluyor? Yoksa küstün mü bana?" dedi. Adam ağzını açtı, içinde dili yoktu. Kesmişlerdi. "Lanet olsun, kim sana böyle bir şey yapmaya cesaret edebilir?" diye bağırdı. Adam yüzünü Conrad'ın elinden kurtarıp, şövalyeyi giydirmeye devam etti.

Dört Yolcu: Ejder AlazıWhere stories live. Discover now