߷Yirmibeş߷

27 11 0
                                    

"Acına ne oldu?" diye sorarlarsa de ki:

"seccadede bıraktım"

~Âmine gzat
.....

* * *

Günler önce Cafer'e söylediğim sözler geldi hatırıma. Onu hiç hatırlamayacağımı ve beni hatırladıkça avucunu yalamasını söyleyip kendimce laf çarpmışdım. Ah! Nekadar da aptaldım! Hüzünle güldüm. Ne yani? Ne kazanmışdım bu sözü söyleyerek? Allahʼım ya Rabbim! Bu nekadar da çirkin bir sözdü! Olgun bir kıza hiç de yakışmıyor, ahlak kurallarına aykırı kalıyordu. Beni kirletiyordu, başkasını değil. Zaten sürekli rüyama giriyordu. Sabahları sözümü tutup onu bir kere dahi hatırlamıyordum. Ama gece gördüğüm rüyalarım bana onu onu unutturmuyor, unutturamıyordu.

“Utanmadın mı?” diyordu hep, o ses. Sahi kaç kere görmüşdüm bu rüyayı? Beş kere olacakdı zannımca. Ondan özür dilemessem geceleri yastığıma rahat koyamayacakdım başımı. Ne olursa olsun görüşmeliydik. Hafsa benim tekerlekli sandalyeye oturmama yardım etti. Elbisemi getirdi, kendim giydim. Şalımı da yapdım. Kapıyı aralayıp kimse varmı diye kontrol etdi.

Hafsa çok korkakdı. Zaten yaşı da benden küçükdü. Henüz onaltı-onyedi yaşlarında olduğunu tahmin ediyordum. Kapının dışını kontrol ettikten sonra yanıma geldi Hafsa. Beni odanın dışına doğru sürdü. Kafamı kaldırıp ona baktığımda ellerinin titrediğini gördüm. Birşey diyemedim, ona zaten bu yapdığının karşılığını ödemeyecek miydim? Ne yapabilirdim ki? Korkmasındı o da!

Kolumu Hafsa'nın omzuna attım. Sol elimle merdiven kenarındaki trabzandan tutundum. O şekil zar zor indik. Oturmama da yardım ettiğinde, kapı çaldı. Yüreğim ağzıma gelmişdi.

“Anneniz geldi! Of, kesin anneniz geldi! N-ne yapacağız şimdi?!”

Sıkıntılı nefes verdim. “Beni merdivenin altına doğru sür. Ve kapıyı aç.” öyle yapdı. Ağabeyimin sesini duyduğumda gülümsedim. Daha sonra kimseye görünmeden evden çıkdık. Uzun zaman sonra dışarı çıkmak çok rahatlatmışdı. Kollarımı iki yana açıp oksijeni içime çekdim.

“Adresi bilmiyorum ben.” Ona adresi söyledim, ve hızlı olmasını da.

Acaba Mert de mi müslüman olmuşdu? Öyleydi zannımca. Benim sözlerim onu nasıl etkilemişdi acaba? Yüreği sızlamış mıydı? Allahʼın belki değerli bir kulunu incitmiş miydim? Hüzün kaplamış mıydı her yanını? Ben Allah‘ın kuluysam o da Allah'ın kuluydu. Belki de Allah hesabını soracakdı bana. Hayır, ben müslüman olmuşdum. Tevbe etmişdim, oyüzden sanmıyordum. Bu düşüncelerden sıyrıldım: dedemin anlattığına göre Mert kindar biri değildi, özür dileyecekdim ve o da —emindim ve öyle umuyordum ki— affedecekti. "İnşâAllah" diye geçirdim.

Elime telefonu aldım ve Nalan'ı aradım. Hemen açdı. Gıcık ses tonu kulaklarımı doldurdu:

“Aşko! Ne yapdın yetişebildin mi sevdiceğine?”

Yüzümü buruşdurdum. “O benim sevdiceğim deyil! Her neyse... Nalan sen nereden tanıyorsun Mert'i?”

Güldü yapmacık yapmacık. “Benim her yere kolum uzanır ne diyorsun sen be canım! Pelo var ya bizimki, onun en yakın arkadaşı Akşın. Akşın'ın en büyük ağabeyi Bedri. Bedri'nin neredeyse öz kardeşi olarak gördüğü kişi de Mert yiğit Arslan. Diğer hiç kullanılmayan adı da Yiğitmiş. Seni hâlâ çok özülüyormuş. Kız kardeşi Özge öyle söylüyormuş. Artık ne kadar doğru bilmem... Bilirsin bizim dedikodu çetesini... Yanlış anlama ben konuşmuyorum. Ah! İstemsiz kulak misafiri oluyorum işde! Diyorum konuşmayın yeter... Dinlemiyorlar ki hiç?” ses tonundan bile ne kadar yalancı olduğu anlaşılıyordu. Benim bildiğim, dedikodu çetesinin başında Nalan'ın olduğuydu. Ve Nalan'ın çok konuşkan olduğuydu. Devam etti:

ℝ𝕒𝕪𝕚𝕙𝕒  Where stories live. Discover now