"Şimdi belirledin mi olmak istediğin mesleği?" diye sordu babam.

Çatalımın ucundaki zeytini ağzıma götürürken umursamaz bir tonlamayla "Hemşirelik olabilir." dedim. Soner dile getirdiğinden beri bu konu aklımdan çıkmıyordu diyebilirdim. O zamandan beri vakit buldukça bu mesleği araştırıyordum ve gittikçe sıcak yaklaşmaya başlamıştım. Belki de hemşire olurdum.

"Sağlık alanına yönelmek istiyorsan Tıp da olabilir." dedi babam.

"Tıp bana göre fazla ağır. Hemşirelik ideal bence." Soner beni öyle iyi gözlemlemişti ki o söyleyene kadar onca zamandır Tıp istememe nedenime bir açıklama getirememiştim. O neden istemediğimi anlamıştı.

"Olabilir, sen daha iyi bilirsin." diyerek kahvaltısına döndüğünde ben de rahat bir nefes almıştım. Onca zamandır eşit ağırlıktan çalıştığım için muhtemelen bu sene sayısaldan iyi bir sıralama getiremeyecek ve mezuna kalacaktım.

Kahvaltı sonuna kadar annemle babamın ara ara konuşmaları haricinde masadan ses çıkmamıştı. Kahvaltımı bitirip bardağın dibinde kalan çayımı içerken babama dönmüştüm. "Baba bir şey soracağım," dedim oturduğum yerde doğrularak. "Sana birinin adını versem soy ağacını araştırabilir misin?"

"Kızım ben nüfus müdürlüğü müyüm? Polisim ben polis." dedi gülerek babam.

"Ama istersen yapabilirsin." dedim bir umutla. "Sadece ailesinden birinin hayatta olup olmadığına bakacaksın o kadar." Geçen hafta Soner'e mektubu okuduğum andan beri dayısının şu an ne alemde olduğunu düşünmeden edemiyordum. Soner merak ediyor muydu bilmiyordum ama ben, eğer akrabalarından birisi hayattaysa onunla görüşmesini çok isterdim. Uzak birisi de değildi, dayısıydı. Belki de çok iyi birisiydi.

Tabii adam hayattaysa yeğenlerine bunca zaman neden ulaşmamıştı o da bir soru işaretiydi. Soner'in dayısının varlığından haberdar olmaması annesinin yıllarca abisiyle görüşmemiş olduğu anlamına geliyordu.

"Kızım böyle şeylerle uğraştırma beni, gün içinde bir ton işim oluyor zaten." dedi babam, ayağa kalkarak. Masanın üzerindeki gazetesini alıp anneme döndü. "Ben çıkıyorum. Akşama görüşürüz."

"Ya baba eline mi yapışır? Lütfen."

Babam beni dinlemeden salondan çıktığında sinirle ayağımı yere vurdum. "Ne olurdu sanki baksaydı?"

"Ciddi bir mesele olmadığı sürece adamı işinden etmeyelim."

"Gayet de ciddi bir meseleydi." Sandalyemi ittirerek ayaklandığımda çantamı alarak salondan ayrılmıştım. Annemin arkamdan seslenişini duymamazlıktan gelerek dış kapıya ulaştım.

Babam çoktan asansöre binmişti. Ayakkabılarımı giyip koşar adımlarla merdivenleri inmeye başladım. İki kez düşme tehlikesi atlattıktan sonra sağ salim bir şekilde giriş kata ulaştığımda dışarı çıkmıştım ki park yerinde olması gereken arabamızın hareket hâlinde olduğunu görmüştüm. Sokağın sonuna ulaşmış olan araba sola doğru döndüğünde sesli bir şekilde ofladım.

Babamın bu otoriterliği, gereksiz olduğunu düşündüğü hiçbir şeyi ciddiye almayışı sinirlerimi bozuyordu bazı zamanlar.

Spor ayakkabılarımın yukarıda doğru düzgün bağlayamadığım için açılan bağcıklarını güzelce düğümledikten sonra durağa doğru yürümeye başlamıştım.

Son günlerde okula normal gittiğim saatten çok daha erken vakitlerde gidiyordum. Hatta çoğu zaman Soner'den önce bile gittiğim oluyordu ki Soner neredeyse okulun kapısı açılır açılmaz orada oluyordu. Mektubu okuduğumuz günden beri hareketleri, davranışları tuhaflaşmıştı. Bir hafta öncesi gibi değildi, değişikliği bariz bir şekilde ortadaydı. Sanki aştığımı düşündüğüm duvarlar bir anda yeniden aramıza örülmüş gibi hissediyordum. En başa dönmüşüz de benim kattettiğim mesafe eskisinden daha uzak bir hâl almış gibi geliyordu.

İZLER KALIR Where stories live. Discover now